Petra Antik Kenti
Petra Amman'ın yaklaşık 250 km. güney doğusunda yer almakta. Akabe yolu üzerinde.
Yıllar içinde Ürdün'ün simgesi halini alıyor. Dünya'da ölmeden önce görülmesi gereken ilk 28 yer listesinde bulunuyor. Ayrıca,Petra, 2007 yılında oluşturulan dünyanın yeni 7 harikasından biri seçiliyor ve 1985 yılından beri Dünya kültür mirası listesinde de yer alıyor.
Taşların renginden dolayı ''Rose City'' olarak da isimlendiriliyor.
Burası Ölü Deniz ve Kızıl deniz arasında, Arap, Hint, Çin geçit yolları üzerinde yer aldığı için de ticari açıdan çok önemli bir merkezmiş. Kayaların bazen doğal bazen de insan eliyle oyulması sonucu oluşmuş bir geçit. İçerisinde büyük ibadethaneler, 8000 kişilik amfitiyatro, evler, ticarethaneler,anıt mezarlar bulunuyor. Dünya'daki en büyük arkeolojik alanlardan biri olarak biliniyor.100 km2 kadar geniş bir alana yayılmış.
Petra kenti aynı zamanda Musa Peygamberin vadisi anlamına gelen Wadi Musa’nın başında yer alıyor ve Musa Peygamberin burada asasını yere vurarak yerden su fışkırdığına inanılan kutsal yerlerden olduğu düşünülüyor. Aynı bölge Nebatiler döneminde kutsal tanrı olarak inanılan Dushara kutsal alanı olarak da saygı duyulan yerlerin başında geliyormuş. Tarih boyunca Hristiyanlığa ve en son da Müslümanlığa hizmet etmiş.
Şehrin inşaası 500 yıl kadar sürmüş.Şehre ulaşmak için Siq denilen daracık dev kayaların arasından geçerek gidiyorsunuz. Şehir girişte 1.2 km. kadar içeride. Bu şehrin düşman saldırılarına karşı korunmasını da sağlamış.
Bölgenin günümüze değin bozulmadan gelmesinin en önemli nedeni az yağış alması. Yağış çok olsaydı kumtaşı yapılar özelliği gereği bozulabilirmiş.
Gezerken kayalardan su geldiğini fark ediyorsunuz. Nabetaylar yaptıkları günümüzde mühendislik harikası olduğu düşünülen su kanalları ve baraj sayesinde sel gibi kontrolsüz su akışlarını kontrol edebilmişler. Ayrıca, bu baraj sayesinde etrafı bozkır, çöl durumundaki kurak doğada stabil su kaynağı oluşturabilmişler.
8000 kişilik amfitiyatro, baraj yapımı ve M.Ö. yıllarından bahsediyoruz. Günümüzde, Ürdün'de kontrolsüz yağan yağmur ne ölçüde kontrol edilebiliyordur ve değil 8000 kişilik herhangi bir amfitiyatro varmıdır acaba?
Tüm yapılar Nabetay'lar tarafından yapılmış ve M.S. 106 yılında şehir Roma'lıların eline geçmiş ancak daha sonra hiç bir şey eklenmemiş.
Yerel halk tarafından bilinmesine rağmen antik kentin tarih sahnesine yeniden çıkışı 1812 yılında gerçekleşmesinin de ilginç bir öyküsü var. Resimde görülen İsviçreli maceraperest Johann Burckhardt
akıcı Arapçası ve Müslüman görüntüsü ile Ortadoğu’da geziler yapan bir kâşif. Şam’dan Kahire’ye giden ve az bilinen bir yol üzerinde yolculuk yaparken çöl bedevilerinden hiçbir Avrupalının görmediği Sharra Dağlarında görkemli bir antik kentin bulunduğuna dair hikâyeler dinliyor ve başlıyor o kente ulaşmak için yol aramaya. Ama hikâyedeki antik kente ulaşması çok zor. Çünkü antik kente bir yabancı olarak gitmesi çok kolay değil ve yerel halk antik kent çevresinde Musa Peygamberin kardeşi Harun’un (Aaron) mezarının olduğuna inandığı için bilgiyi kimseyle paylaşmıyor. Ama O bu bilgiyi kullanarak Musa Peygamberin kardeşi Harun’un (Aaron) mezarına kurban adamak istediğini söylüyor. Bu olayı gerçekleştirmek için yerel halktan bedeviler kiralıyor ve kurbanla birlikte yola çıkıyor. Yerli bedevilerin yol göstermesiyle uzun süre dar bir vadide ilerleyen grup, maceraperest Johann Burckhardt'ın ve tüm dünyanın Dünyanın Yeni Yedi Harikası arasında sayılan Petra Antik kentini “yeniden keşfetmesini” sağlıyor.
Şimdi başlayabiliriz şehri benimle gezmeye...
Gece geldiğimiz için farketmemişiz aslında otelimiz Petra manzaralıymış.
Antik şehre giriş 50 JOD. Yani 190 TL. İnanılmaz pahalı geldi. Ama şimdi düşününce Dünyanın yeni 7 harikasından biri ve Unesco Dünya Kültür Mirası listesinde, ölmeden görülmesi gereken ilk 28 yerden biri. Değer diyorum. Gördüklerimizden de değer olduğunu düşünüyorum. Bu arada Ürdün'lü ve orada oturma izni olanlara 1 JOD.
Mevsim aslında gezi için biraz sıcak. Nisan, Mayıs ayları daha öneriliyor. Ancak Ürdün iklim açısından değişik bir ülke. Aynı anda Amman daha yüksekte olduğu için üşütüyor. Biz de optimum sıcaklık olan bir zamanı seçtik.
Giriş kalabalık ama inanılmaz değil. Her milletten insan var. Araplar da çok ilgili.
Gelişmemiş ülkelerin turistik yerlerin kaderi olan satıcılar burada fazlasıyla mevcut ve ısrarcı tavırları ile konsantrasyon bozuyorlar. Atla, eşekle ve deve ile gezdirme, hediyelik eşya satma konusunda inanılmaz tacizkarlar, sürekli yolunuzu kesiyorlar. Bu kadar saygın ve önemli bir arkeolojik değer adına ortam kontrol altına alınamaz mıydı acaba?
Ortam tüm bu negatifliğin yarattığı konsantrasyon bozukluğuna rağmen sizi kendisine çekiyor.
Saatler sürecek gezimize başlamadan önce ilk iş olarak dün akşamdan öğrendiğimiz üzere hemen Bedevi şekline giriyoruz. Aslında insanların tarih içinde buldukları çözümler oldukça kullanışlı oluyor. Örneğin, bu şekilde başın bağlanması güneşten etkili bir koruma sağlıyor.
Post - modern Bedevi halimizle bu maceraya hazırız.
Şimdi resimler.
Antik şehrin girişi
Bu arada belli bölgelerde temizlik de yapılıyor. Allahtan genelde bakımlı.
İlk ulaşılan ibadethane. El Khazzneh, yani Hazine, kayalıklar arasında uzayıp giden 1.5 km’lik bir yolun sonunda görülüyor. The Siq olarak adlandırılan bu nefis yolu geçince, kayaların arasında beliren El-Hazne’nin görünümü tek kelimeyle büyüleyici. 39.1 metre yüksekliğinde, 25.30 metre genişliğinde, sarp bir kaya üzerine oyulmuş bu zarif eser insanı huşu ile bakmaya sevk ediyor.
Büyük olasılıkla MÖ 1. yüzyılda, tapınak, mezar odası veya buna benzer sebeplerle inşa edildiği düşünülüyor.
Hazine’nin ön cephesi, Nebati, Yunan, Pagan ve Mısır kültürünün mitolojik figürleriyle süslenmiş. Mısır tanrıçası İsis’ten, Zeus’un oğullarına ve Amazonlara kadar çok sayıda kültüre dair heykeller ve figürler barındırıyor. 2000 yıldan bu yana heykellerin bir çoğu aşınmış olsa da etkileyici bir görünüme sahip.
Gösterişli ön cepheye tezat iç oda 12 metrekarelik 13 metre yüksekliğinde basit bir salon bulunuyor. Buraya ziyaretçi kabul edilmiyor.
1989 yılında çekilen Indiana Jones and the Last Crusade ile The Red Sea Sharks, Adventures of Tintin, Sinbad and the Eye of the Tiger ve Sky 1 dizi serisinde geçiyor.
Burası aynı zamanda yolun yarısı sayılır.Biraz dinlenip askerler ile hatıra fotosu çektiriyoruz.
Kısa bir moladan sonra yola devam. Herkes en uçtaki manastırı görmeden gelmeyin diyor. Yorulunca vazgeçileceği düşünülüyor sanırım. İstenirse her türlü binek hayvana binilebilir. Hatta at arabaları bile mevcut. Biz yürümeyi tercih ettik.
İçeriye doğru ilerledikçe yol bozuluyor. Ama bambaşka görüntüler ile karşılaşıyoruz.
Kaya mezarları
Büyük tapınak
Arada iddialı davet yazıları ile birbiri ile yarışırcasına onlarca kahvehane var. Dinlenmek için inanılmaz fırsat oldu.
Oluşturulan mağara cafelerde çiçek bile düşünülmüş.
Bu kafede bir resimli yazı vardı. Batılı bir kadın (ingiliz veya Amerikalı hatırlayamadım) burada yaşayan yerel bir adama aşık oluyor ve her şeyini bırakıp buraya yerleşiyor. Yıllardır mutlu mesut yaşayıp gidiyorlarmış. Birlikte resimleri de vardı. 20 yıl öncesi ve şimdiki halleriyle birlikte.
Ayrıca karşı kafe'nin sahibi de bu bölgede yıllardır yaşayan bir İngiliz'di. Ayak üstü sohbet ettik. İnsanların tercihleri ve yaşam şekli ne kadar sonsuz değişik olabiliyor diye düşündüm.
Yerel halk. Gözlerindeki sürmelere dikkatinizi çekmek isterim. Kadın - erkek herkes yoğun bir biçimde kullanıyor. Sebebi de gözleri hem tozdan ve yoğun güneş ışığından koruyormuş. Ayrıca kaş ve kirpiği besliyormuş. Sürmeyi kendileri yapıyorlar. Bir ara üç lokal genç gördüm yan yana oturan. Gözlerindeki sürmelerle Jonny Deep'in Karayip korsanlarındaki hali gibiydiler.
Yorulmak yok yola devam...
Ah o da ne öyle.
Az ilerde satıcıyı görünce hemen sürme uygulaması yaptırmaya karar veriyorum. Yine kobay halleri. İnsan bir korkar değil mi. Göz bu.
Satıcı da karayip korsanları modunda yerel halkın çok turistik versiyonuydu.
Bu uygulamanın en kötü yanı sürmenin kuruması için satıcının yüzüme üflemesiydi ki o anda hayatla bağımın kesilmesini istemiş olabilirim.
Kendisi bendeki motivasyonu görünce beni baştan yaratmaya karar verdi ve eşarbımın Bedevi modelini değiştirdi.
Sonra hızını alamayıp aksesuarlar da ekleyip beni baştan yarattı denilebilir.
Deneyimim sonucunda en sıradan yüz ve gözün bile böyle bir uygulama ile son derece çekici hale getirilebileceğini düşünüyorum.
Çay kahve molası deyip dinlenmeden sonra tırmanış başlıyor.
Tırmanış sırasında yine satıcılar...
Tırmandıkça kayaların şekilden şekle girdiği de görülebiliyor.
Tırmanış boyunca satıcıları görmek mola vermek açısından iyi geldi. Satıcıların çoğunluğu kadın ve çocuk. Dağın başında kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde yaşayan bu çocuklar, turistlerden cips, sakız ve kola gibi her türlü kötü gıdayı yalvarırcasına istemesi bu ürünlerin bu kadar bilinmesi inanılmaz ve çok üzücü.
Artık biliyorum ki bu buğulu gözler sürmeden.
Bu şirin kıza şeker yerine kağıt kalem verdik. Mutlu oldu.
Veee sonunda yolculuğun sonu... Tapınak. El Deir
Bir de internetten profesyonel bir foto ekliyorum.
Tapınağın içi.
47*40m. büyüklüğünde olduğu söyleniyor.
Burası putperest Nebatilerin önemli bir tapınağıymış. Arkeologlar içerisinde o döneme ait inanılmaz bilgiler içeren tam 152 tomar kağıt belge bulmuşlar.
Aslında burası son duraktı. Çok şükür ulaşmıştık. Ama aşağıdaki resimdeki yazıyı görünce hızımızı alamayıp biraz daha tırmandık.
Ve işte en yüksek noktadan görünüş. Sonsuzluk hissi.Rakım 1700m. civarı.
Aslında Petra’nın en yüksek yeri Jabal Haroun’da (Harun Dağı) yer alan; Musa peygamberin kardeşi Harun’a ait olduğu söylenen bir mozole olduğu belirtiliyor. Ancak, buraya çıkmak için 4 saat ayırmak gerekiyormuş. Aklım kaldı doğrusu.
Ve inişe geçiş.
Roma yolu
Taşın arasından fırlamış İncir ağacı.
Yolumuz toplam 6 saat sürdü. Bittiğinde biz de bitmiştik. Toz toprak içindeydik.
Ama değmişti.
Bence buraya tam 1 gün ayrılmalı.
Yazıyı yazarken bir kere daha gidebilmeyi çok istediğimi hissettim.
No comments:
Post a Comment