Tuesday 25 January 2022

NIKKAH

 Bunca yıldır Katar'da, şeriatla yaşanan bir ülkede, yaşıyorum ancak Dini Nikah'a hiç denk gelmemiştim. Büyük kayıpmış doğrusu.

Kemal'in Hint'li Mühendislerinden birinin Nikah davetini alınca hemen bu fırsat kaçmaz dedik. 




Aslinda Pandeminin doruklarında, hele de sayılar bu kadar yüksek iken bir otelin kapalı salonunda ve coğunlukla da Hint'lilerin oluşturduğu bir ortama girmek hiç de akıl karı değilken, kültürlere olan merakımız nedeni ile, gitmek istedik. Bir de Damat bey hem davetiye gönderip, hem de bir gün önce sözlü hatırlatma yapıp ve Nikah sabahı da o nikah telaşı içinde mesaj yazıp, "burada babam yok, lütfen gelin." demesi ile kalbimizi titretince "artık ölsek yine de gideriz "dedik.

Nikah akşam 7 de idi ve biz her zamanki gibi tam zamanında oradaydık ama yine her zamanki gibi ortalarda düğünün sahibi birkaç kisiden başka kimse yoktu. Bu ülkede zaman yönetimi olmadığını bir kez daha hatırladık. Bu benim en sinir olduğum seylerden biridir. Daha önce gittiğim Katar düğünlerinde de davetiyede 8:30 yazdığı için 8:00 gibi oradaydık ve yine düğün sahiplerinden de önceydik. Düğün aksam 10 civarı başlamıştı. Üstüne yemek 12 de verilince de, aç acına oynayıp eğlenmek zorunda kalmış, resmen tersimiz dönmüştü. Sanki başka bir zaman diliminde gibiydik. Bu insanların sirkadiyen hayat tarzı ile hiç bağları bulunmuyor maalesef. O yüzden de görünüşleri çok sağlıksız. Dahası şifa olarak kabul edilen Güneşten "aman esmerleşiriz!" deyip kaçtıkları için D vit eksikliğinin tüm semptomları görülüyor.

Neyse, dedik bu Hint düğünü, onlar daha disiplinlidirler ama yine tutmadı. 

Bir süre sonra damat bey beyaz Şalvar Kamisi içinde göründü. Maşallah aslan gibi delikanlıymış. Yakışıklı ve en önemlisi çok sevimli. Ah canım nasıl da heyecanlı. 

Ama gelin nerede? Dur bakalım daha neler görecek bu gözler?

Damat gelip herkesi selamladı. Hoşgeldiniz dedi. Herkesle foto çektirdi. Bu yaklaşık 1 saat kadar sürdü. Hala gelin yok ortalıkta derken neyseki sonunda gelin hanım da teşrif ettiler. Kıyafeti çok geleneksel yeşil bir elbise. Bildiğimiz gelinlik değil. Elleri, kolları da tamamıyla geleneksel Hint kınalı. 

Manzara aynen şöyle, salonun damat bir tarafında gelin bir tarafında ve ikisi de ayrı takılıyorlar. Birbirlerine hiç bakmıyorlar gibi. Aslında gelinin kaçamak baktığını gördüm ama damat bey hiç oralı değilmiş gibi. Ah şu erkeklerin duygularını belli etmek istememeleri ve sevgilerini göstermekten korkmaları. 

Ayrı ayrı gruplarla sohbet edip foto çekiliyorlar. Sanki özellikle salonun iki ucunda olmaya çalışıyorlarmış gibiydiler.

Bir süre sonra bir baktık öndeki bir masada bir şeyler oluyor. Katar'lılara özgü seremoni kıyafeti giymiş bir adam var. Sağında damat solunda sonradan kızın babası oldugunu öğrendiğimiz kişi ve etraflarında akrabaları olduğunu tahmin ettiğimiz erkekler. İsteyen gelip, oturup, gidiyor masaya. Sonra onun yerine başkası oturuyor filan. Anladık ki Katarlı kişi Kadı yani Nikah memuru ve nikah kıyılmadan önce aileler arasındaki başlık parası dahil evlilik anlaşması yapılıyor. Tüm bunlar yapılırken de mesleği Inşaat Mühendisi olduğunu öğrendiğimiz okumuş, dokumuş gelin kızımız da uzaktan masayı heyecanlı ve mahcup gülümseyen bir yüzle izliyor. Evlilik anlaşması gıyabında yapılıyor. 

Masadaki konuşmalar baya uzun sürdü. En sonunda  kızı çağırıp imza attırdılar. Kızın hangi koşullara imza attığından haberi oldugunu sanmıyorum. Çünkü, sadece gidip imza attı.

Sonra sahneye çıktı gelin ve damat. Çok şükür en sonunda yan yana gelebildiler. Kadı, babası, şahitler vs.nin olduğu bir sahnede Kadı dua okudu ve dinen evli oldukları ilan edildi. Yani artık birbirlerine namahrem degildiler. Bu aşamaya kadar baş başa kalmaları uygun değilken bundan sonra birlikte aynı evde yaşamasalar bile birlikte dışarı çıkıp yemek yiyip, çay kahve içip, sinemaya gidebilecekler. Birlikte yaşamaları ise Mart ayında Hindistanda yapacakları düğünden sonra olabilecekmiş.

Tahmin edilebileceği üzere "gelini öpebilirsin" filan durumları yok.

Nikahtan sonra damat bizlerden üstünü değiştirmek için izin istedi. Yaklaşık yarım saat sonra geleneksel şalvar kamisini çıkarmış uzerinde gelinin gelinliğinin renginde modern bir takım elbise ile erkek arkadaşlarının tezahüratları eşliğinde yüzündeki mutlu, mahçup ve bir o kadar da heyecanlı, son derece sevimli ifade ile salona girdi. 

Bundan sonra sahnede yine herkesle tek veya gruplar halinde resim çektirdiler.

Tüm bunlar olurken masamızda bulunan damadın Filipinli ve Pakistanlı iş arkadaşları ile ülkelere özgü evlilik adetlerini konuşuyorduk. Pakistanlının da adetleri benzer aynı kültürden olduğu için pek farklı değilken Filipinlilerin anlattıkları 180C farklı bir kültür olması açısından çok ilgi cekiciydi. Bilindiği üzere Filipinliler Katolik oldukları için boşanma yasak. Onun için iyice karar verip birlikte yaşayıp hatta bir de üstüne 2,3 cocuk yaptıktan sonra kafalarına uyarsa çoluk çocuk halinde evleniyorlarmış. Bu da güzel.

Hintli veya Pakistanlı yıllarca acı çekerek para biriktirip sonra düğün yaparken biriktirdiği bu parayı deli gibi savururken Filipinli için ise bir papaz 2 şahit yetebiliyormuş. Hintli, Pakistanlı için bu bir eğlencesiz bir prestij ve hayatın amaçlarından biriyken Filipinli için ise eğlenceli bir formalite.

Nikah, Hint mutfağının servis edildiği bir açık büfe ile sona erdi. 


Ayrıldığımız sırada gelin ve damat hala sahnede herkesle tek tek foto çektirip son derece eğlencesiz olarak gereken prosedüre uygun hareket ediyorlardı.

Bu nikah bana iki şey düşündürdü.

İlki; Hayatınıza, gelenekler, adetler, çevresel ve ailesel tanımların ve sınırların dışında ne kadar kendi versiyonumuzu koyabildiğimiz. Ne kadar istediğimiz hayat için sınırları itip, gerekirse savaş verebildiğimiz. Bunun için gerekli olan eğitimin ve ekonomik özgürlüğün olsa bile.

İkincisi de; Nikahın her aşamasında ama en çok da Nikah masasında gelinden başka herkes olup gelini göremeyince ilk aklıma gelen  Atatürk oldu. O masada aileler arasında gelin adına anlaşmalar yapılıyordu.

Gerçekten kazanımlarımızın değerini içimde hissettim.

Ve gidişatımıza baktım.

Rahmetli Türkan Saylanın dediğini de genişleterek bitirmek istedim yazımı.

Her Türk vatandaşının Türkiye Cumhuriyetine borcu olduğunun farkında olup, eleştirmekten ve sosyal medya postu yapmaktan öte kendisine fiili olarak "ben ne katkı veriyorum?" diye sorması gerekmez mi?