Thursday 30 April 2020

SİHİZM...

Müslümanlar için, yılın en kutsal ayı, Ramazan’dayız. Bu kutsal günler Dünya tarihinin en ilginç en sıradışı zamanı ile kesişti. Pandemi ile tefekkür etmemiz gerekir diyorken Ramazan ile birlikte Şükran, Vicdan ve Merhamet duyguları ile önce kendimize dönüp sonra Evren’e bakmak ve bundan sonra da bu bakış açısını koruyabilmek, geleceğimize yapacağımız en büyük yatırım olacaktır.
Dinler insanları, iyiliğe götüren yollardır. Dinlerin özünde insanı ve doğa’yı korumak felsefesi olunca, gezip gördükçe, ilk bakışta birbirinden çok uzakta gibi düşünülen dinler arasında  şaşırtıcı aşinalıklar olduğu gördüm.

Bugün, ilk gördüğümde çok uzak olarak hissettiğim ancak araştırdıkça kökenlerinden birinin İslam Sufizm’i de olan, Sih dinini anlatmak istiyorum.

Aşağıdaki müzik Sih Tapınaklarında çalınan tipik bir müzik. Dinlerken sürekli tekrarlayan aynı sözler nedeniyle transa geçiliyor. Okurken dinlemenizi hissetmeniz açısından tavsiye ederim.



Dış görünüşleri ile, eski Hint filmlerindeki masalsı karakterleri veya Alaadin’in lambasından çıkan Cin’i de çağrıştıran bu iri, kocaman gözlü, boylu poslu, kaşlı gözlü, sakallı- pos bıyıklı hiç kesilmemiş türban altına sakladıkları saçlarıyla geleneksel kıyafetli erkekler, ilk anda dikkatinizi çekiveriyorlar.

Sih'lik 15. ve 16 yy.da eskiden Hindistan, bugün ise Pakistan sınırları içerisinde yer alan Lahor-Pencap eyaletinde ortaya çıkıyor. Aslında en yeni dinlerden ama Dünya üzerinde 25 milyona vardığı düşünülen inananı olduğu söyleniyor. Bölgedeki dini kavgaları uzlaştırma amacıyla bir orta yol gibi düşünülerek kuruluyor. Dini liderlerine Guru (öğretmen- üstad) deniyor ve kurucusu da Guru Nanak. Onun da Sufi düşünür Kabir’den etkilendiği söyleniyor. Sih'ler onun her din yaratıcısında oduğu gibi farklı ve mistik bir boyutu olduğunu düşünüyorlar ve buna ilk şahit olan kızkardeşi onu bu özelliğini insanlarla paylaşmaya teşvik ediyor. Aslında Guru Nanak bir din yaratmak için yola çıkmıyor. Fakat etrafındaki çoğu insan gibi Hindu’luğa özgü kast sisteminin sonucu adaletsizlikten çok muzdarip. Hindu ayinlerine katılmayı red ediyor. Her yerde hatta köy köy dolaşarak bunun yanlış olduğunu etrafındakilere vaazlar vererek anlatmaya çalışıyor. Sadece dinler arasında uzlaşma sağlamak için çözüm bulmaya çalışıyor ve farklı din ve kastlardan insanları toplumsal uzlaşma, eşitlik, adalet, huzur ve barış sağlamak için bir araya getiriyor. Sürekli toplanan bu insanlar, hep birlikte, zamanla Sih adını verdikleri bir din yaratıyorlar. Sih, mürit, talebe veya çırak demek. Yani, toplumsal barış için yüksek erdemleri öğrenme yolundaki insan.

İlk 10 Guru’ları çok önemli. Hepsi ayrı ayrı katkı vermiş. Son Guru’ları Gobind ise o güne değin son derece barışçıl felsefesi olan bu dini militarist yaptığı ve bu nedenle de mezheplere, bölünmelere sebep olduğu söyleniyor. Yıllar içerisinde aşağı yukarı her dinde olduğu üzere mezhep ve alt mezhepleri de oluşmuş.
Araştırmalarım sonucunda hissettiğim 10. Guru Gobind baya radikal değişiklikler yapınca bakmışlar Din felsefesinden uzaklaşmaya başlıyor başka Guru olmasın bari deyip, bundan sonra tek yol göstericinin kutsal kitapları Guru Granth Sahib olmasına karar verdikleri. Günümüzde tek rehberleri bu kitap ve herhangi ruhban sınıfı olmayan bir din. Kutsal kitapları, Guru Granth Sahib, tüm dinlerden uygun gördükleri kişilerin de sözlerine yer verilmiş. Bu gerçekten de epeyce objektif bir yaklaşım. Gecen yıl İlk Guru'ları Nanak'ın 550. doğum yılını kutlamışlar.

Kendi müritlerinin erkeklerin soyadlarına Singh(aslan) kadınlarınkine de Kaur (Prenses) payesi konuluyor. Yani Neşe Kaur Bayrac gibi.  Eğer adının yazması gereken bir toplantı veya işyeri ortamında yaka etiketlerinde ise soyadıyla birlikte Kaur veya Singh yazıyor. Yani benim için adım yerine '' Bayraç İslam'' yazması gibi bir şey hayal edebilirsiniz. Böylece dini kimlikleri ile anılarak Sih olduklarının altını çizmiş oluyorlar.
Yakasındaki etikette soyadı ve Singh yazıyor.
Sihlikle ilgili diğer ilginç tespitler,

Sih dini, Tek tanrılı bir Din. Hinduizm’deki çok Tanrı ve kast sisteminin adaletsizliğine karşın, Müslüman inananların Tanrı önünde eşit olduğu düşüncesinin uygulanması ile yola çıkıyor.
Sih olmak için 2 koşul var.
1)    Tek Tanrı’ya inanmak
2)    Sihizm’i aşama aşama kuran 10 Guru’ya inanmak. 10 Guru sonrası tek rehber olarak Kutsal Kitapları Guru Granth Sahib'i takip etmek.

Sih’lik, ezilen ve inançları zorla değiştirilen insanların adalet arayışı, eşitlik idealleri ile ortaya çıktığı için Cihat Kültürü’ne tamamiyle karşı. Bu bakış açısıyla da başka dinlere de saygılı ve kapısı herkese açık. Bunu bazen sosyal medya’da herhangi bir felaket sonucunda ibadethanelerinde herkese açık aşevi uygulaması ile görülebiliyor. Buna Langar deniliyor. Bu gibi sosyal etkinliklerde gençlerin görev almasına çok özen gösteriliyor. Sihizm felsefesinde Tanrı’ya yakın olmak için tüm gününü ibadetle geçirmektense, hayatın içinde düzgün yaşayıp ve ihtiyaç sahipleri ile  paylaşarak Tanrı’ya daha çok yaklaşılabilir diye düşünüyorlar. Bu bana inanılmaz şefkat, merhamet ve vicdanlı geldi.



Okul gezisindeki Sih Lise öğrencileri

Sihizm’de ruhun tek kurtuluş yolunun Sihizm olmadığı başka dinlerde de ruhların huzura ve aydınlığa kavuşacaklarına inanılıyor. Oldukça etik bir Laik’lik anlayışları olduğu görülüyor.
Beş Büyük Kötülük
·       Ankhar (ego- benlik)
·       Krodh (öfke)
·       Lobh (aç gözlülük)
·       Moh (maddi bağlılık)
·       Kam (şehvet)

Her Sih'in itaat etmesi gereken ve yukarıdaki beş kötülükle savaşırken kullanacağı beş erdem memnuniyet, hayırseverlik, şefkat, olumlu tutum ve tevazu.

Tüm Sihler şu değerlere inanmak zorundadır:
1.     Eşitlik: Tanrı katında tüm insanlar eşittir. Zaten Hinduizm'den uzaklaşma sebepleri de ve Sih'liğin temelini oluşturuyor. Kast sistemini red ediyorlar.
2.     Tanrı'nın ruhu: Tüm yaratıklar Tanrı'nın ruhlarına sahiptirler, bu nedenle de uygun şekilde saygı görmelidirler.
3.     Kişisel hak: Her kişinin yaşama hakkı vardır.
4.     Davranışlar: Kurtuluş kişinin hareketleri, davranışları doğrultusunda edinilebilir; iyi işler, Tanrı'nın hatırlanması vb.
5.     Aile hayatı yaşamak: Bir aile olarak yaşanması teşvik edilir.
6.     Paylaşım: Kutsal metine göre tüm Sih'lerin kazançlarının en azından %10'unu, hayatlarının %10'u ile birlikte, diğerlerine yardım etmekte ve Tanrı hizmetinde harcamalıdırlar. (Langar; gıda yardımı )
7.     Tanrı'nın takdirini kabullenmek: Mutlu olaylarla kötü olayları aynı şekilde görebilecek şekilde kişiliği geliştirmek, Tanrı'nın takdir ettiği her türlü olayı (iyi veya kötü) kabullenebilmek. (Bu ne kadar büyük bir erdem değil mi? Müslümanlıktaki kadere iman da böyle bir şey değil mi?)
8.     Hayatın dört meyvesi: Hakikat, memnuniyet, tefekkür ve Naam.(Tanrı’yı sevmek ve hatırlamak için meditasyon sırasında söylenen Mantra olan Naam Japna denmesi)

Yasaklanan Davranışlar,

1.     Mantıksız davranışlar: Batıl inançlar ve Sihlerce anlamı olmayan ayinler (müslümanlara özgü sünnet olmak, hac yapmak, oruç tutmak ve  Hindulara özgü nehirlerde yıkanmak, görüntü veya putlara tapınmak vb.)
2.     Maddi bağlılık ("Maya"): Maddi şeylerin (materyallerin) biriktirilmesi, bunlara aşırı bağlılık veya saplantı gösterilmesi Sihizmde anlamsızdır, zira ölürken tüm mal varlığın burada (Dünya'da) kalacaktır diye düşünülüyor. Bütün dinlerde geçerlimi bu?
3.     Yaratıkların kurban edilmesi ("Sati"): Dulların kendilerini ölmüş kocalarıyla birlikte yakması (bu Hindu’lara özgü bir davranış), küçük veya büyük baş hayvanların kutsal bayram vb. zamanlarda kurban edilmesi (Müslümanlıkla ayrıştığı bir nokta daha) ve benzeri şekilde canlıların kurban edilmesi yasaklanmıştır.
4.     Aile düzeni olmayan yaşam tarzı: Bir Sih'in münzevi, keşiş veya yogi hayatı yaşaması uygun görülmez, teşvik edilmez. Meditasyon yaptıkları halde inziva fikrine karşılar.
5.     Gereksiz konuşma: Övünmek, gıybet, yalan söylemek vs. yasaklanmıştır.
6.     Sarhoşluk: Alkol, narkotik maddeler, tütün ve diğer benzeri mest edici, sarhoşluğa neden olan maddelerin kullanımı teşvik edilmez. Bu hemen hemen bütün dinlerde geçerli sanırım. Alkol kullanımı Hırıstıyanlık ve Yahudilikte serbest olmakla birlikte.
7.     Ruhban sınıfı: Sihlerin dini görevlerini yerine getirmek için bir ruhban sınıfına veya herhangi bir din görevlisine, rahibe dayanmaları gerekmez. Bu gerçekten çok sıradışı. İlk 10 Guru’dan sonra sadece kutsal kitap olan Guru Granth Sahib’e inanın deniyor.
8.     Önyargılı davranış: Sihler kast, ırk, sınıf, cinsel yönelim veya cinsiyet ayrımı yapmamalıdırlar. Ayrımcılık ve adil olmayan davranışlar Sih öğretilerinin tamamen aksi olarak kabul ediliyor.

Üç Altın Kural, önem sıralarına göre:
1.     Kirat Karō: - Tanrı'yı hatırlayarak, dürüst kazanç, emek vb.
2.     Nām Japō: - Sihizmdeki Tanrı Adına ki bu "Waheguru"dur, meditasyon ve ibadet etmek. Naam Japna isminin tekrarlanmasıdır.
3.     Vand Chakkna: - İhtiyacı olanlarla paylaşım, bedava yiyecek (langar), gelirin %10'unu bahşetmek Dasvand, zamanın %10'unu iyilik için çalışarak harcamak. (sadece maddi değil aynı zamanda manevi desteği zaman olarak düşünüldüğünü görmek ilginç)

1.     Tanrı'nın oğlu değil: Gurular, Hristiyan anlayışındaki gibi bir şekilde "Tanrı'nın Oğlu" değildirler. Sihizm tüm insanlar Tanrı'nın çocukları olduğunu söyler ve buna göre Tanrı anne/babadır.
2.     Farklı seviyelerde yaklaşım: Sihizm, bir inanan olmak için farklı&çoğul seviyelerde yaklaşımın varlığını kabul eder. Buna göre örneğin günlük ibadetleri ve bazı gerekli erdemleri yerine getirmeyen inananlar da hâlâ birer Sihtirler. (hiçbir şekilde zorlama olmayan bu yaklaşım bana Sufizm’i hatırlattı)


Sihlikte şeytan kavramı insanın içindeki ego olarak tanımlanıyor.
Reenkarnasyona inanıyorlar ve ilk 10 Guru’nun da ardışık olarak bir öncekinin reenkarnasyonu ile ortaya çıktığına inanılıyor.
Ölüler önce yıkanıp, kefenlenip sonra da yakılıp külleri nehire serpiştiriliyor. Bu uygulama hem Müslümanlık hem de Hindu’luğun özelliklerini taşıyor.

Sih’lerin görünüşleri bakımından ilk görüşteki çarpıcı farklılığı, erkeklerin başlarına giydikleri ve altına doğumdan itibaren kesmedikleri saçlarını sakladıkları  türban’lı başları. Kadınlı erkekli Tanrı’larının işareti ve armağanı olduğu düşünerek vücut tüylerini hiç kesmiyorlar. Kadınlar da Türbanlı ama o daha sıradan bir durum bizler için. Ben erkek çocuklarının türbanlarını çok sevimli buluyorum.


Ancak zamanla aşağı yukarı her dinde olduğu gibi Sih dininde de mezhepler hatta alt mezhepler ortaya çıkıyor. Ancak temelde iki gruba ayrılıyorlar: Sehajdari (tıraşlı olanlar) ve Keşdari (tıraşsız olanlar).  Bunu bilmiyordum ve Hindistan gezim sırasında traşlılarla karşılaşınca ilk anda oldukça şaşırdığımı söylemeliyim. 

Dünya’da en çok Pencap’ta yaşıyorlar. 1947'de Hindistan Cumhuriyetinin kurulup Pakistan'ın ayrılışı ile birlikte Müslümanlar Pakistan'a Hindular ise Hindistan'a yerleşiyor. Bu sırada Sih'ler de huzur bulamayıp Amerika, Kanada ve İngiltere'ye büyük göçler yapıyorlar. Halen ikinci büyük Sih grubu Kanada Vancouver’da yasamakta ve hatta Kanada Hükümetinde Sih bir bakan bulunmakta. 
Sih'liğin merkezi Pencap ve belki duymuşsunuzdur Amritsar Altın tapınağı. Golden Temple olarak geçiyor. Müslümanların Kabesi, Hinduların Varanasisi veya Hıristiyanların Vatikan'ı gibi.


Peki bir Sih'in olmazsa olmazları nedir?
Her Sihin günlük yaşamında yanında beş önemli objeyi taşıması gerekir. Her birinin isimleri Pencabi dilinde K harfiyle başlayan bu objeler 5 K ya da Kakkas olarak bilinir. Bunlar Keş (saçın uzatılması,Tanrı'nın yaratmasındaki mükemmelliğin hatırlanmasını, Tanrı'nın yarattığı şekilde kalıp onun verdiklerini bozmamayı), Kanga (tarak, düzen ve intizamı), Kara (çelik bilezik, Tanrı ile sözleşmeyi/ahdi canlı tutmay), Kirpan (hançer, anladığım kadarıyla Militarizme dem vuran son Guru Gobind Singh tarafından Sihliğin gerektiğinde savunulması amacıyla önerilmiş) ve Kaça'dır (alta giyilen bir tür kısa don/şort, iffet ve aile yaşantısına verilen önemi hatırlatması). Bu objelerin giyilmesi geleneği Halsa sistemi ile yakından ilgilidir ve onuncu guru Gobind Singh tarafından sistemleştirilmiş.  Modern Dünya'da Sihlerin Keş ve Kirpan gelenekleri zaman zaman ciddi sorunlar yaşamalarına neden oluyormuş. Bazı işyerleri ve okullarda baş kapatmanın yasak olması veya şantiyelerde veya baret kullanamama gibi uygulamalarda Sihlerin bunlara uymaya zorlanmaları ciddi rahatsızlıklara yol açarken, Kirpan olarak adlandırılan bir hançer taşıma kuralını ise Sihler minyatür bir hançer ile yerine getirmeye çalışıyorlarmış.  Bazı Sihler günlük yaşamlarında Kakkas kuralına tam olarak riayet etmezler. Sahajkari olarak adlandırılan bu kişiler, bu tavırlarına rağmen cemaatin dışında görülmezler. 

Hindistan'a gittiğimizde bize turumuz tarafından sunulan program dışında ben hep de merak ettiğim ve o güne değin hiç bir fikrim olmayan bu dini tanıyabilmek için bir Sih İbadethanesine gitmek isteğimiz iletince bizi Jaipur'daki en büyük Tapınağa götürdüler. Bu bizim için ilginç bir deneyim oldu.

Videoları izlemek için aşağıdaki linkleri tıklayınız lütfen.

Sikh Prayer 1
Dua edilen yerin led ışıklarla kaplanmış olması epeyce post modern geldi doğrusu.

Sikh Prayer 2

İbadethanelere çoğunlukla ayakkabı ile girilmez. Sikh Tapınaklarında çoraplarımızı da çıkartmamızı istemeleri ilginçti.


Bu yazıyı yazmaya başlamadan önce de yaptığım araştırmaları doğruluğunu tesbit edebilmek için Hint'li yoga hocam Nisha'ya bir Sih ile tanışmak ve kendisine soru sormak bilgilerimi teyid etmek istediğimi söyleyince beni halen Kuzey Hindistan bölgesinde yaşayan arkadaşı Balwinder Kaur Anand ile tanıştırdı. Onunla sohbetimiz sırasında da eskiden daha kapalı bir toplum olan Sih'lerin artık başka dinlerden insanlarla da evlenmeye başladıklarını ama yaşlı Sih'lerin bundan pek de memnun olmadıklarını söyledi. Gözlemlediğim kadarıyla bütün Dünya toplumlarında Globalleşme nedeniyle aynı şey söz konusu. ... Ayrıca diğer dinlerde hacı olmak benzeri Amit Chakna töreninden bahsetti. Bu törene isteyen Sih'in katıldığını ve bunu yapanın hayatının geri kalanında ise Sih dininin  kurallarını tamamıyla uygulaması gereğinden bahsetti. Kendisinin epeyce Dindar bir insan olduğu halde hata yapma korkusuyla kesinlikle bu seviyeye geçmeyi göze alamadığını söyledi. Saçını kestiren Sih'leri sorduğumda evet var. Azınlıktalar. ''Ama kimse kimseyi uygulamaları için yargılayamaz ama bizim Guru'larımız ilk 10 Guru'dan sonra kutsal kitabımızı takip edin diyor ve kutsal kitabımız da kesmeyin diyor, biz de ona inanıyoruz ve kesmiyoruz.'' dedi. Bu hoşgörüyü sevdim.Bir de bana bir düğün töreninde çekilmiş ailesine ait güzel bir videoyu Türkiye'ye selam ve sevgileriyle iletti. 




Farklılıklarımızı konuşup, önyargısız birbirimizle sohbet edebilmek çok huzur verici bir duygu. Kendisi ile konuşurken o sıcaklığı ve samimiyetini derinden hissettim. Ne kadar teşekkür etsem azdır.

Alt komşularımız Shruti Hint'li ancak Sikh değiller. Onlara sorduğumda Hindistan'ın en lezzetli yemeklerinin Sikh yemekleri olduğunu söylediler. Bu da başka bir boyutu. Merak ettim doğrusu.

Bu yazıyı yazma sürecimde Sih'liğin, belki biraz savaşçı görünümüne tezat barışçı ve uzlaşmacı bir din olarak kurgulanmış olduğunu keşfettim. Balwinder'ın dediğine göre her dinin en iyi uygulamalarını almış ve müritlerinden beklentisi hayatın içinde düzgün ve iyi ve başkalarına faydalı olabilmeyi Tanrı'ya ibadetin de önüne alabilen bir din. Açıkçası şu günlerde kişisel gelişim kitaplarında anlatılan Tanrı da Şeytan da senin içinde felsefesini bundan 500 yıl önce ortaya koymuş. ''Tanrı'ya ulaşmak istersen içine dön.''diyor. 
Sih'liği merak edip yazmak için araştırdıkça sevdim doğrusu. Hayat bana bir kez daha önyargısız yaklaşmanın huzurunu ve sıcaklığını gösterdi.

                SAT AKRI AKAL.. TANRI SIZI KORUSUN, KUTSASIN.

Saturday 11 April 2020

Sokağa çıkma yasağının düşündürdükleri

Dün geceki sokağa çıkma yasağı öncesi yaşanan kargaşa görüntülerine bakınca, bugüne değin umutla beklediğim Korona insanoğluna Tevekkül ve Tekamül yolunda farkındalıklar kazandırması dileklerimin alaşağı olması nedeniyle ruhumda büyük fırtınalar esiyor.
Devlet'in bu işte hatası saymakla bitmez. Bırakın halkın bilgilendirilmemesini, sokağa çıkma yasağı sırasında düzenin aksamaması için yapılacak organizasyondan sorumlu, Belediye Başkanlarına bile haber vermeden yapılması nasıl açıklanır?  Halk'ın tepkisisini tahmin mi edemediler yoksa halkın tepkisinin getireceği kaosun günahını Muhalefet Belediye Başkanlarına mı atmak istediler. Onları zor durumda bırakmamaya ''bak işte yönetemediler.'' demeye mi çalıştılar. Yoksa halkın tepkisini mi kestiremediler? Kestiremeyebilecekleri gibi bir hakları olduğunu düşünmüyorum. Tanımadığın bir halkı yönetmeye cesaret edilmemeli bile. Ama daha dün bir ihtiyac sahibine bir yönetici GEBER! demedi mi? Bu ekmek yiyemezsen pasta ye demenin saldırganca ifadesi değil midir?
Devlet'in yaptığı her ne ise... Maalesef, benim için hiç sürpriz olmadı.

Burada Devlet'in yaptığı hatadan çok halkın tepkisinin üzerinde durmak istiyorum. Sözü edilen 2 günlük sokağa çıkma yasağı. Hangi Türk evinde 2 gün idare edecek stok yoktur? Bitse komşundan alma kredimiz vardır. O kuruyemişçilerin önündeki kavga ne öyle? Utanç duydum.
Esas garibime giden de, kendileri belki gitmeseler de, Devlet'in geç haber vermesi nedeniyle insanların tepkilerinin ''NORMAL'' olduğunu açıklamaya çalışan sesler duymak. Normal kavramımızında ciddi bir şekilde gözden geçirilmeli diye düşünüyorum. Alışveriş için en acil durumda olan aklıbaşında bir insan bile, kalabalığı görünce, başka bir çözüm üretemez miydi? Tek çare alışveriş midir?
Açıkcası, gördüğüm manzara karşısında sağlık çalışanları adına çok üzüldüm. Yaklaşık bir aydır, deli gibi bir tempoda, bazıları evlerinden uzakta bazıları da evde olsalarda sevdiklerine sarılamadan, hayatlarını ortaya koyarak başkalarının hayatlarını kurtarmaya çalışıyorlar. Bu durum onların hayatlarına ve emeklerine büyük saygısızlık. Tam bir Kadir Kıymet bilmezlik.
Yazıklar Olsun!

Tuesday 7 April 2020

İnsan’ın kendine bakabilme sanatı




 Yoksa bırakın ‘’insan’ın kendine bakabilmesini bu işin bir de insanın kendiyle baş edebilme seviyesi var. Kendinize tahammül edebilmek ile başlayan basamaklar bunlar. Kendinize tahammül edebilmek, baş edebilmek ve bakabilmek…

Hangi, seviyedesiniz, hiç düşündünüz mü?

Yalnız kalmaktan, evde yalnız kalmaktan, etrafınızda kimsenin olmamasından endişe duyuyor veya sıkılıyor musunuz? İlla etrafınızda birileri mi olmalı? ''Kendime tahammül edebiliyor muyum'' diye hiç düşündünüz mü?
Yoksa, etrafımda kimse olmasa bile ses olmalı deyip tv, bilgisayar, müzik açanlardan mısınız? Demek kendinizle tahammül edebilme yöntemleriniz var. Buna baş edebilmek denebilir. Belki de sesle daha iyi düşünüyorsunuz.

Ya da, hayat koşuşturmacasında kendinizle baş başa kalmayı dört gözle gözleyenlerden misiniz?  

Yalnız kalınca ne yaparsınız? Var mıdır rahatlama yönteminiz? Veya bunu düşünmeye bile hiç vakti olmayanlardan mısınız? Peki kendinize bu vakti ayırmak için ne kadar zorluyorsunuz? Belki de bunu düşünmediğiniz için hiç denemediniz bile ve verdiği zevkin farkında değilsiniz.


Acaba Korona’lı günler bunları test etmek için bir fırsat olabilir mi? Kendinizi tanıma yolunda denemediğiniz şeyleri denemek.

Kendinizle sessizlikle baş başa olabilmeyi sevebilmek; kendine dönüp, kendine döndükçe de kendini tanıma yolunda kapalı duran kapının ilk aralanmasıdır aslında. Bunun Nirvana’sı diyeceğim bir üst seviyesi ise bu süreyi kendinizi keşfedip bir üst versiyonunuzu yaratmak için kullanmaktır. Kötü alışkanlıklardan kurtulmak, yerlerine faydalı davranış modelleri koymak, yeni bir şey öğrenmek, zevklerini ehlileştirebilmek, faydalı zevkler edinmek....Bu seçenekler sonsuza kadar gidebilir.,  İşte buna insanın kendine bakabilmesi deniyormuş. Ben de yeni öğrendim. Fiziksel ve ruhsal anlamda hataları ve sevaplarıyla kendini tanıyıp, kabul edip, geliştirebilmek. 
Kısaca, İnsan’ın kendine her durumda çare bulabilmeyi, iyileşebilmeyi ve gelişebilmeyi becerebilmesine kendine bakabilmek deniyormuş.

Karantinalı günler bana etrafımdaki insanları bu gözler ile inceleme fırsatı verdi. Gencinden, yaşlısına kadar, kimler bu bitmek bilmeyen uzun sürede, önce kendi, sonra da ailesine tahammül edebiliyor, başa çıkabiliyor veya önemlisi bakabiliyor. Değiştiremeyeceğimiz ve kabul etmek zorunda olduğumuz bu durumu tevekkül ve tefekkür ile karşılayıp, bir fırsata çevirmeyi düşünebiliyor? İletişim ağlarının kuvveti ile herkesten her şeyden, anında haberdar olurken, kimler ruhlarını bu fırtınalardan koruyabiliyor? Komplo teorileri, ölüm sayıları gibi negatif haber bombardımanlarının, sürekli biz istemesek de üzerimize gelmesinin, ruhumuzda yarattığı endişe ve kaygıyı ne kadar kontrol edebiliyor? Kimler hala içimizdeki umudun gücünü hissedebiliyor ?

Dikkat ettiğim; kendi veya çekirdek ailesi ile baş başa kalmayı becerip, üstüne bir de mutlu olabilenler negatif duyguları da daha iyi yönetebiliyorlar. Ama mutlu olmak için illa ki, gelen- giden arayıp bulamayınca kendini sürekli dışarı atıp, kendinde kalamayanlar bu işte bocalıyorlar. Böyle insanlar, normal zamanlarda da yalnız kalamadıkları için yanlış ilişkiler kurmaya veya bu yanlış ilişkilere katlanmaya meyilli insanlar oluyorlar maalesef.

Oysaki, hep yıllardır şikayet ettiğimiz, ‘’hiç vaktim yok mazereti.’’ ortadan kalkmış durumdayken siz mazeretleri mi seviyorsunuz yoksa?  Etrafımda böyle insanlar yok ama evinde hiç yemek ve temizlik yapmayan insanlar varmış ve  şu an acayip zorlanıyorlarmış. Oysaki, hem yemek hem de temizlik yapmak ne kadar temel bir beceri değil mi? Kendinize veya ailenize tıpkı çok önem verdiğiniz bir misafiriniz gelecekmişçesine yemek yapmak, belki ailecek, sohbet ederek veya güzel bir müzik eşliğinde birlikte yemek yapmaktan zevk almak. Denemeye değmez mi? Madem bu kadar vakit var, hiç veya uzun zamandır yapmadığınız zor bir yemek deneme cesaretiniz var mı? Sonra gelsin güzel donatılmış bir sofra ve etrafında uzun zamandır ailecek yapamadığınız sohbet. Zaten bir süre sonra bıkıp usandığımız çılgın koşuşturma başlayacak, bırakın ruhunuzu kırk yılda bir olan bu sakinliğin tadını çıkartsın.


Dikkat ettiğim, belki biraz kültür olarak, hep bir şikayet etme veya mazeret bulma özelliğimiz var. Demem odur ki; her ne kadar böyle bir mindset yani zihinsel format ile yetiştirilmiş olsak da artık bunu değiştirmenin zamanı gelmiştir. Bu günlere de fırsat olarak bakılabilir.

İçimizdeki umudun gücüne kulak vermeliyiz.
Hep denir ya mutluluk ve huzur başka yerde veya kişide değil içimizde.
Sen değişirsen ve gelişirsen her şey değişir.
Çaren sende.

Not; yazım evde rahatlıkla oturabilme konforu olanlaraydı. Çalışmak zorunda olan özellikle de sağlık çalışanlarının, işini kaybetmişlerin veya kendisinde veya ailesinde sağlık, ekonomik sorunu olanların apayrı durumları var. Dualarımız onlarla. Elimizden gelebilen, yapılabilecek desteklerde yanlarında olmaktan başka bir alternatifimiz yok maalesef.


Not; 2 Resimler, günlük yürüyüş rotamdan. İçimizi açsın diye koydum.

Sizleri beni her zaman derinden etkilemiş bu müzikle başbaşa bırakıyorum.

spente la stelle

Sağlıcakla kalın.