Monday 29 June 2015

ÜRDÜN Amman - 3 Petra'ya Yolculuk

Ertesi sabah güne güzel bir kahvaltı ile başladık. Kahvaltılıkların, Ürdün Kahvaltısı bölümü özel ilgi alanımıza girdi. Falafel, Ürdün yemeklerinin vazgeçilmez mezesi. Kabaca bakla ve/veya nohuttan yeşilliklerle yoğrulup, sonra derin tavada kızartılarak yapılıyor. Kahvaltıda bile yeniyor.

Ürdün kahvaltısının bir diğer önemli farklılığı ise tavuk ciğeri sotesi. Alttaki resimde sağ altta.
Kahvaltının diğer yemekleri peynirli domates dolması fırında. Akdeniz usulü üstü kekikli..Ve tüm Arap mezelerinin atası Humus.

 Bu güzel kahvaltıdan sonra yola koyulduk. Bugün şehri gezmeye devam edecektik. İlk durak Antik Şehir'di. Amman- Ürdün tarihi M.Ö. 9000 yıllarına kadar gidiyor. Bu bölge sırasıyla Enbad, Roma, Bizans, Emevi, Abbasi, Fatimi, Eyyübi, Memluk ve Osmanlı'lara ev sahibi oluyor. Osmanlı dönemi 1516-1917.
Orta Doğu zaten  bildiğim kadarı ile uygarlığın ve tüm dinlerin beşiği. İnsan, Ürdün'ün derin tarihi ile uygarlıklara, dinlere vatan olmuş bir ülke olduğuna inanamıyor doğrusu. Sanki ileri gidileceğine geriye gidilmiş. Bu durum belkide mikroorganizmasından, büyük imparatorluklara kadar tüm canlıların yaşam eğrisi ile açıklanabilir. Belki biraz matematikteki sinüs eğrisi gibi dalgalanarak. Doğuyorlar, büyüyorlar ve ölüyorlar. Bu devinim sürekli tekrarlanıyor.

Gittiğimiz tarihi alan şehrin ortasında sayılabilecek bir tepe üzerinde yer almaktaydı. Giriş inanılmaz pahalıydı.





İçerde küçük de olsa bir müze var. Ürdün Arkeoloji Müzesi.
İçerdeki ürünler inanılmaz değerli her biri bir sanat eseri.
Örneğin aşağıdaki bir parça nasıl yapılmıştır diye düşündük. Çünkü, iyice inceleme yapmamıza rağmen hiç ek yeri yoktu ve yanındaki küçük kolonlarda bir derinlik vardı.


Muhtesem bir sanat ve teknik sanırım birarada bulunuyordu. Ve maalesef tüm ürünler ulu orta sergilenmekteydi. Ne bir koruma ne de sunumda bir zerafet.



Katar'da tarih yok ama para verip tarihi eserleri getirmişler sanki kendi tarihi eserleriymiş gibi son derece güzel sunarlarken bunların tarihin beşiğinde olmalarına rağmen böylesine özensiz davranmaları inanılmaz. Yıllar önce İran'a gittiğimde de aynı manzara ile karşılaşmıştım. Elinizi uzatsanız cebinize atıverecek bir şekilde güvenliksiz. Girişte kapının yanında iki kişi baygın bir vaziyette oturuyor ve içeriye maalesef baktıkları bile yok.
İçeride mermer, mozaik, metal, cam birbirinden değerli her türlü ürüne rastlayabilirsiniz.


 Girişteki Ürdün tarihi haritası.Üstte şimdiki Kral Abdullah ve Babası Rahmetli Hüseyin.
Fotoğrafta sol altta yer alan muhteşem soğutma sistemi vantilatöre dikkatinizi çekmek isterim. O da tarihi. İşte o iki görevli uyuklar vaziyette burada bekliyorlar. İçeriyi de görmeleri mümkün değil.

Vakit öğleyi geçmişti. Geç bile kalmıştık. Gidecek iki noktamız daha vardı.

Antik şehire UBER taksi ile gelmiştik. Taksicimiz Mohammed çok şirin genç bir delikanlıydı. Türkiye aşığı, azıcık da Türkçe biliyordu. Bir kaç yıl İstanbul'da yaşamış. Kızkardeşi halen İstanbul'da yaşıyormuş. Sanırım karşılaştığımız en dürüst kişiydi. Kapıda bekleyen taksi şoförü UBER'siz olduğu için yine fahiş bir fiyat isteyince hemen imdadımıza Mohammed yetişti.
Bizi ikinci durağımız olan Kral Hüseyin Camisine götürmesini istedik. Biz camiyi gezerken kapıda bekleyecekti.
Taksi Cami'nin önünde durdu. Tam içeri girecekken bize bağırdılar. Buradan değil ilerden girmemiz gerektiğini elleriyle işaret ettiler. Biz sandık hemen yanda bayanların geçişine uygun bir kapı var. Başladık caminin diğer giriş kapısını aramaya. Git git bütün kapılar kapalı. Derken ilk giriş kapısının 180' açı ile karşısında açık kapıyı bulduk. Tabiki turistler için ve ücretli. Oysaki başımızı da bir güzel örtmüştük. İnandırıcı olamadık sanırım. Girişte ''Müslüman mısınız'' diye sorunca artık öğrendiğimiz üzere ''Elhamdülillah Müslümanız'' dedik ama inanmadılar. Emin olmak için nereli olduğumuzu sordular, Türk'üz deyince  '' ooo Erdogan'' deyip ücretsiz içeri aldılar. Bu kadar keyfi. Aklınızda olsun  '' Müslüman mısınız'' sorusuna öyle ''Yes, it is a pencil'' kıvamında cevap verilmiyor buralarda.

Reject edilen kıyafetimle caminin girişi trajikomik bir şekilde fonda kilise.


Girişte siyah Abhaya denilen çarşaflar var. Onlar giyiliyor. Biz de giydik ve usturuplu bir şekilde içeri süzüldük. Ve onların istediği hale büründürülmüş ben.


Burası Ürdün Ulusal Camisi olarak geçiyor ve 2006 yılından beri faaliyette. 5500 kişilik kapasiteli. çok sade bir cami.



Arap ülkelerinde camiler yaşam alanlarıdır. İnsanlar yatarlar, uyurlar ve hatta resimdeki gibi telefonuyla bile oynarlar.
En çok camideki halıların insana enerji veren rengini sevdim. Genelde iç bayıcı renkler olur.

Cami'nin bahçesinde küçük de olsa bir etnografya müzesi var. Burada Kral Abdullah ailesine ait ürünler sergilenmekte. Girişte Krallığın rahmetli dede Hüseyin, şimdiki Kral Abdullah (1962) ve aday oğul Huseyin (1994) resimleri yer almakta. İçeride ise baya geçmiş yıllara giderek kral resimleri ve onlardan kalan eşyalar görülebiliyor.
İşin magazinsel kısmına gelirsek, resimde de görüldüğü üzere Kral Abdullah renkli gözlü ve beyaz tenli bir kişi olarak aslında Araplar'dan çok  İngiliz annesine benziyor sanırım. Babası Kral Huseyin 4 kadın ile evlenmiş bunlardan ikisi Arap kökenli iken diğer ikisi İngiliz ve Amerikalıymış. Tabiki bu iki batılı kadının din ve isimlerini değiştirilmiş.



Kral ve ailesinden söz etmişken gerek Ortadoğu'da gerekse Dünya'da zerafeti ve duru güzelliği ile meşhur, gayet batılı görünüşlü, halkın da sevgilisi Kraliçe Rania'dan söz etmeden olmaz.
Kendisi Filistinli bir aileden geliyormuş.
Yukarıdaki resmi özellikle seçtim. Fondan kendisinin bir kadın konferansında  olduğu anlaşılıyor. Tabiki, her ülke yöneticisinin zarif ve kültürlü eşinin ilgilenmesi gereken konular olan kadın hakları, çevre, sağlık, çocuk gibi konulara çok duyarlı. Güzel bir vitrini var. Ama halk, ülke ne halde? Bu halk bunun ne kadar farkında?

Çıkışta Caminin içerisindeki satış mağazasından alışveriş yaptık. Yine Türk olduğumuz için acayip indirim yaptılar.

Cami sonrasında Kral Hüseyin parkına gidecektik ama geç kalmıştık. Petra için hızlıca yola çıkmamız gerekiyordu. Aşağı yukarı ülkeyi baştan başa geçeceğimiz yol 3,5- 4 saat sürecekti ve koskoca ülkede toplu taşıma aracı olmadığı için taksi tutup gidecektik. Otel'in önünde Eray bizi bekliyordu. Uber'den taksi çağırmıştı. Biraz bekledik. Trafik korkunç olduğu için normal dedik. Yaklaşık yarım saat sonra taksi geldi. Bu kez biraz daha ilkel koşullarda bir taksi ve taksiciydi. Klasik UBER standardında değildi. Zaten hemen arkası geldi. ''Ben sizi başka bir arkadaşa aktarmam gerekiyor sabahtan beri çalışıyorum. Mesaimi doldurduğum için gidemem'' demeye başladı. Sanırım UBER'de şoförlerin aralıksız 6 saatten fazla çalışmasına izin verilmiyor. Sistem de kayıtlı olduğu için kaçılamıyor. Biz de öncelikle Vadi Rum'u görüp gece Petra'daki otelimize geçmeyi amaçladığımız için saat 5'te hava kararmadan Vadi Rum'da olmak istiyoruz. Orada bizi gezdirecek araba ayarlanmış. Tek yapmamız gereken saat 5'te orda olmak. Tabiki kızdık. Çünkü, taksi istendiğinde gidilecek rota da yazıyor. Hemen atlayıp gelmemesi lazımdı. Sanırım gidilecek rotaya bakmadan gelmişti. Sonra başladı İngilizce - Arapça- Türkçe arası tartışma. Arada tartışmaya telefonla aradığı sanırım şirketin yöneticisi de katıldı. Bu arada trafik de keşmekeş. Uzatmıyayım, en sonunda şirketinin önünde bizi bıraktı. Başka başka taksi çağrıldı ve o arada yarım saat kadar beklendi ve tekrar yola çıkıldı. Tabiki bizim o günkü Vadi Rum gezimiz de rüya oldu. Şikayet yazdık ama çok uydurma bir cevap aldık. Bu ülkede UBER böyle çalışıyorsa artık dedik.
Yeni taksimiz ve şoförümüzü sevdik. Ama sonuçta Vadi Rum organizasyonunu ertesi güne erteliyerek direkt Petra'daki otelimize gitmek zorunda kaldık.

Otele vardığımızda aksam 7 civarıydı. Hemen akşam çadırda yiyeceğimiz özel Bedevi yemeğine hazırlandık.  

Yemeğe giderken Oteldeki meşhur Arap kum sanatı örnekleri.




Yemek her türlü yorgunluk ve gerginliğimiz unutturdu doğrusu. Özellikle de garson - bedevimiz bizi çok eğlendirdi. Hatta en sonunda ''YEEEETTTEEEEERRRRR'' demek geldi içimizden. Kendisi yazarmış ama çok komik bir şekilde benim yazılarımı okuyanlar sonunda benden nefret eder çünkü, her şey hikayelerimin son cümlesinde saklıdır dedi. Biz de şaşırdık. Hatta ne olabilir ki diye düşünmeye başladık ki başladı hikayelerinden birini anlatmaya. Hakkaten gözlerimiz faltaşı gibi merakla takip ettik. Hikayenin anlatımı sanırım bir 10 dakika sürdü ve evet o son cümle bizde de aynı etkiyi bıraktı. İnanılmazdı. Ertesi günü otelden çıkarken kendisini normal kıyafetlerle görünce tanıyamadık. Ta ki ağzını açıncaya kadar.
Şimdi resimler.

Biz yemek için tam oturmuşken şovmen Garson - Bedevimiz ''olmaz önce başınızı Bedevi modeli bağlamam lazım'' dedi. Tabiki ailenizin kobayı olarak her zamanki gibi benimle başlandı.


Post modern Bedevi görünüşümüz ile mezelerin gelmesine artık hazırdık. 



Daha sonra seramoni ile bedevi yemeğini tandırdan çıkartmak için bizi de davet ettiler. Çadırın dışındaki hava buz gibi ancak gökyüzünde yıldızlar müthişti. Zaten de ıssız sayılabilecek dağların tepesindeydik.















Güzel bir deneyimdi. Fakat gecenin 11'inde bu kadar ağır yemek yemeğe alışık olmayan bizler, yatağımıza ''inşallah kabus görmeyiz'' deyip gittik. 
Ertesi gün tüm gezinin en tempolu günü olacaktı. Hazır olmalıydık.





No comments: