Sunday 26 January 2020

Hinduların Mabedinde yapılabilecek en ilginç şey.




Hindistan’a gidip de yapılacak en ilginç veya sıra dışı aktivite ne olabilir? Hem de Hinduların mabedi Varanasi’de.

Geçen hafta yazımı okuyanlar hatırlayacaktır. Varanasi, bize “başka bir gezegendemiyiz? “dedirtecek kadar uzak. Bazen ilk çağ izlenimi veren bir yerden söz ediyorum. Her yer Tapınak ve hava yakılan ölülerin dumanı ile kaplı. Etrafınız hac ibadetleri nedeniyle ihramda insanlar, münzevi hayat yaşayan Sadhu’larla dolu iken kimin aklına gelir Varanasi Üniversitesini ziyaret etmek?
Tabi ki benim.


 Daha önce de bahsetmiştim, gittiğim yerlerde eğitim kurumlarını ziyaret etmeyi çok severim. Bu hem o ülkenin eğitim anlayışı hakkında bilgi verirken aynı zamanda da kültürlerini anlamanız için de büyük bir şanstır.

Varanasi’ye giderken aslında “Varanasi Üniversitesini de ziyaret edeyim.” diye de düşünmemiştim ancak havaalanında tanıştığımız Üniversite öğrencisi Hintli genç arkadaşımız Kritika ile sohbetimiz sırasında Varanasi Üniversitesinin Hindistan’ın en iyi Üniversitelerinden biri olduğunu duyunca merakım depreşti.
Kritika bize Varanasi Üniversite’sinin özellikle de Ayurvedik Tıp konusunda dünyada 1 numara olduğunu ve ailesi Varanasi’de olduğu halde, puanları yetmediği için Jaipur’da Ayurvedik Tıp okumak zorunda kaldığını  söyleyince bizim için gitmek farz oldu.
Hindistan'da eğitim çok önemli ve rekabetin çok yüksek olduğu bir alan. Ama THE (Times Higher Education denilen ve Dünya’daki Üniversitelerin sıralamasını veren organizasyon) standartlarında bir eğitim değil sanırım. Kontrol ettim, THE listelerinde ilk 200 sıralamasında bile yer almıyorlardı. Hindistan’ın en iyi Üniversiteleri bile THE sıralamasından 301- 350 aralığında başlıyor. Sözü edilen Varanasi Üniversitesi veya resmi adıyla Banaras Hindu Üniversitesi de Hindistan’da 10. Sırada ve THE sıralamasında da 601- 800 aralığında yer alıyor.
Hindistan’ın eğitim anlayışını anlatabilmek için şöyle bir anımı paylaşayım.
Yıllar önce, Hintli bir öğretmen arkadaşım, Doha'daki Hint okulunda 7. Sınıfında okuyan oğlunun, notları düştü diye, çok üzülüyordu. Bu arada notlar da 90'lardan 80'lere inmiş. Hani kötü değil. Fen dersi olunca "bir bakayım yardımcı olabilir miyim acaba?" dedim. Ders notlarıma bakınca gözlerime inanamadım doğrusu. 7. Sınıftaki bu öğrenciler benim Üniversite’de Kimya bölümünde okurken öğrendiğimiz  konuları görüyorlardı.

Bu arkadaşım, ders çalışması için baya çocuğu dövüyor, aç susuz bırakıyordu. Bir gün çocuğun fotoğrafını gösterdi. Arkadaşım da kocası da boylu poslu insanlardı. Kıyamam yavruya bir baktım resmen çelimsiz bir vücut ve şişe dibi gibi gözlükler. Baksanız tam "inek" tabiri. O zaman çok kızıp söylenmiştim arkadaşıma. O da bana böyle şeylerin Hindistan’da çok normal olduğunu söylemişti. İşte böyle acımasız bir eğitim sistemi var Hindistan’da. Hintli çok meşhur sinema oyuncusu Aamer Khan’ın yine çok meşhur bir filmi var. ‘’3 İdiots’’ diye. Hindistan’ın eğitim sistemini eleştirisel bir bakışla anlatır. Muhteşem bir filmdir.


Varanasi'deki rehberimiz de sağ olsun programı bize göre ayarladı. Zaten tapınaklar başta çok ilginç de olsa bir süre sonra birbirlerine benziyor. Hele en büyüklerini gördükten sonra, diğerleri çok aynı geliyor.

Rehberimize Üniversiteyi gezmek istediğimiz söyleyince önce çok şaşırdı. Şimdiye değin ondan böyle bir istekte bulunan olmamış.
Üniversite’nin girişinde rehberimiz arabayı durdurdu ve birine seslendi. Kardeşiymiş ve Jeofizik bölümünde okuyormuş. Biz de onu davet edip bize Üniversiteyi gezdirmesini rica ettik. Baya akıllı ve sevimli bir gençti. Kriket oynarken ayağını incittiği halde bizi üniversitede gezdirdi sağ olsun. Sonrasında bir Kafe’de oturup bir şeyler içip, sohbet ettik. Hindu oldukları için de dinleri hakkında bilgi aldık. Bu Hinduizm bize çok değişik geldi. Rehberimiz Tarih bölümünde Doktora yapıyor kardeşi de Jeofizik bölümünde okuduğunu söylemiştim. Böylesine bilimle uğraşanların sanki inanmaması gereken bir din. Binlerce tanrısı var. Ama abi kardeş çok inançlılardı.
O sırada garson masamızı temizlemek için masanın üzerindeki çöpleri aldı ve yan tarafa yere attı. Biz de ""aaaa" filan olunca da bizim kardeşler ‘’akşamları temizliyorlar ‘’ dediler. Ama akşama kadar çöpler yerlerde mi kalacaktı ayrıca akşamları temizlenmiş gibi de görünmüyordu ortalık. 
"Ganj nehrinin suyu çok kirli" diyoruz ama onlar "evet insanlar kirletiyorlar ama Ganj'in çıktığı yer tertemizdir." diyorlar. "Herhalde eğitimli insanlar bu kirli suya girmiyorlardır" diyorum. Rehberimiz "böyle bir ayrım yok. Bu insanların bu hac kıyafetleri içinde kimin kim olduğu belli olmaz. Belki de bir CEO veya Üniversite Profesörü olabilir" diyor. Onlarda da dini görevlerini yaparken tipik Müslümanlıkta ihrama girmek gibi basit kıyafetler giyiyorlar. 
Velhasıl ne biz pisliği tanımlayabildik ne de Hinduizm'i anlayabildik.
Ama sohbet yine de çok hoştu. Oldukça bilgilendik
.

Varanasi Universitesi 1916 yılında Madan Mohan Malaviya tarafından kurulmuş. Adi BHU olarak geçiyor (Banaras Hindu Üniversitesi)

Kurucusu, eğitimci ve politikacı.
Resim B
Sömürgeden kurtulma yıllarında eğitime yatırım yapmak için kurulmuş. 
Hindistan’ın ve Asya’nın en geniş alana sahip Üniversitesiymiş. Dünya’da arazi büyüklüğü acısından üst sıralardaymış. Kurucusunun başlangıçta verdiği talimat ile Üniversite kampusu içerisinde içki ve sigara içilmesi yasak. Aslında ne güzel bir uygulama. Tabiki Üniversitelerin özgür ortamlar olması gerçeğinden uzak. Mimarisi de yöreye özgü ve çok estetikti. Mimarisi bu kadar güzel ve başarılı bir Üniversite’nin içini de görmek için heyecanımız arttı.


Kimya Bölümünü görmeyi çok istedim. Güya kimya bölümü de Hindistan’ın en iyisiymiş. Bu durumu duyunca da çok heyecanlandım.


Bölümün girişindeki ilk Laboratuvara daldık. Etraf darmadağın ve çok eski olunca önce müze filan mı diye tahmin ederken, gerçekten halen çalışılan Temel Kimya laboratuvarı olduğunu öğrendim. Gözlerimize inanamadık. 



Sanki yıllar önce çalışılırken savaş ilan edilmiş de alelacele terk edilmiş gibi. Pisliğin yansıra, bütün çözeltilerin ağzı açık, son kullanma tarihleri yok, Laboratuvarda hiçbir güvenlik önlemi yok.


Ve içerdi bu düzeni sağlaması gereken teknisyenler de ki sayıca gereğinden fazla olmalarına rağmen, oturup, sohbet etmektelerdi.
 Bu pislik birkaç yılın pisliği bile değildi. Üniversite 1916 da kurulmuş. Hani bir söz vardır ya doğunca ebe yıkamış ölünce de imam yıkayacak. Aynen burası için söylenmiş sanırım. 
Bir Laboratuvar dersinde öğrenci sayısı 90-100 olabiliyormuş. Hem de bu kadar güvenliksiz bir ortamda.
Laboratuvarlar teknolojik olarak da çok geri olunca en gelişmiş cihazın ne diye sordum. Ve beni enstrümantal analiz laboratuvarına götürdüler. Bu alette 10 yıl önce alınmış ve lisans öğrencilerinin kullanımına izin yokmuş. Sadece Lisans üstü çalışma yapan öğrenciler kullanabiliyormuş.


Üniversiteyi gezerken kimse sen kimsin, neden foto çekiyorsun demedi. Sorularımı da ellerinden geldiğince cevapladılar.


Dolaşmaya devam ederken Organik Kimya Master öğrencileri dersi beklerken bulduk. Sanki Tanrı’yı bekler sessizlik ve çekince içindeydiler. Hocalar ile Tanrı ve İnsan seviyesinde ilişkileri var gibiydi.


Gezdikçe hocaların özel araştırma Laboratuvarları ve asistanlarını görme şansımız oldu. Bunlar Master ve Doktora öğrencileriydiler.



Genel intiba olarak öğrenciler çok çekingen. Bundan 30 yıl önceki kendi Üniversite dönemim geliyor aklıma. Çok farklı olduğumuzu düşünüyorum. Üniversitelerin özgür düşünce ve ifade ortamını hissedemedik. Sanki Hocalar buyuruyor  da öğrenci kulları da uyguluyorlardı. Hocaların bir dediği iki olmuyor gibiydi.
İlginç bir Üniversite ortamıydı.
Bu Üniversite gezisi bizim hayallerimizdeki Üniversite kavramını tekrar sorgulattı. 
Aamer Khan’a bir kez daha hayran oldum. 3 idiot filminde Eğitim sistemlerini gerçekten çok iyi eleştirmişti ve bu seviyede bir eleştiri bu ülke için oldukça sıradışı bir yaklaşımdı.

Tuesday 7 January 2020

AYURVEDA İLE İMTIHANIM


Uzun suredir merak ettiğim bir konuydu Ayurvedik Merkezler. Hint merkezli bu tedavi yöntemi artık tüm dünyada çok yaygın. Bununla ilgili de dünya capinda bir zincir var. Nerede hangi gun yapmak isterseniz size seçenek sunabiliyorlar.
Ben de Sri Lanka’yı merak ettiğim için Sri Lanka ve 1 hafta olsun dedim ve böylece yola çıktım. Hem de yalnız.
Ayurvedik beslenme, yoga gibi konular, daha çok kadınların ilgisini çektiği için, burası Solo seyahat eden kadınların çok tercih ettiği de bir yer olduğu yazılıyordu.
Sri Lanka artık önemli Asya destinasyonlarından biri olmuş durumda. Dolaysı ile Turizme yabancı değiller.
Ayrıca, Sri Lanka için sinek, böcek aman dikkat diyen oldu. Aldım her türlü sinek kovarlar yanıma korkusuzca çıktım yola.
Aşılarımı da vardı. Nepal’e giderken yaptırmıştım.
Başka da bir korku gelmedi aklıma.
Ama her ne kadar korku gelmese de akılcı olup önlemlerimi aldım.
Öncelikle Asya’ya gideceğiniz mevsimi bileceksiniz. Ekim ve Mart donemi. Ben de Ekim sonunu ayarladım. İkincisi düzgün bir tesis bulmanız lazım ve toplu taşımacılık bizim kültürümüzden çok farklı olduğu için her şeyi kalacağınız yer üzerinden yapmanız lazım. En pahalı çözüm bu oluyor ama caniniz sıkılmaz. Garantilidir. Şoförü kapıda bekler bulursunuz.
Yeri gelmişken Sri Lanka vizesinden de bahsetmek isterim. Maalesef vize uygulanıyor ama online başvuru ile kolaylıkla alınabiliyor. Hatta ben bir cumartesi akşamı başvurmuştum. Hafta sonu olmasına rağmen yarim saat sonra vize geldi. 30$.
Ülkeye girişte 25$ daha ödemeniz gerekiyor. Bir de minik bir form dolduruyorsunuz ama forma bakan yok gibi. Parayı ver, geç usulü.

Sri Lanka havaalanı çok ilginç içerisinde her türlü beyaz eşya satılıyor. Bugüne değin hiçbir havaalanında beyaz eşya satıldığını görmemiştim.




 Dışarı çıktığımda şoförüm, elinde adim yazılı tabela ile, beni bekliyordu. Yaklaşık bir buçuk saat sürecek yolculuğumuz için yola koyulduk.
Hava sisli gibi ama 25-30 C arası. Başkent Colombodan çıktıktan sonra ortam yemyeşil oldu.
Kalacağım tesis, yeşilliklerin içinde ve yerleşim yerlerinden uzak. Etrafta oturanlar var ama tek tük. Toplu taşıma ile gidilecek bir yer değil. Taksi tutup gitsem de bulması zor olabilirdi iyi ki kalacağım yerden ulaşımı ayarladım diye düşünüyorum.
İçeriye girdiğimde hosgeldiniz dedikten sonra tedavi paketlerini açıklıyorlar. Ben en basiti diye karar vermiştim ama hem merkez yetkililerinin açıklamaları hem de o sırada merkezde 1 haftalık tedaviyi bitiren Rus genç bir kızın önerileriyle tam tedavi diye kararımı değiştiriyorum. Korkarak. Sadece meraktan.
Paket, önce Ayurvedik doktor konsültasyonu ile başlayıp doktorun ihtiyaçlarınıza göre size tedavi paketi önermesi ile devam ediyor. Her gün sabah da nasıl gidiyor diye doktorunuz ile görüşüyorsunuz. Ayrıca, Ayurvedik masajlar var. Tabili bununla da kalmıyorlar ve korkmama neden olan, anüsten girilerek bağırsakların, burundan girilerek solunum yolunun da temizlenmesi gibi daha müdahaleci işlemler de uyguluyorlar. Hem çekinerek hem de merak ederek kabul ediyorum. Bu işlemler gerçekten cesaret ister. Hele boyle 3. Dünya ülkesinde yaptırılırsa. Basınıza bir şey gelse nasıl müdahale edilir?

Kalacağım tesis Koloniel donemde enfes bir mimari ile yapilmis bir evmiş aslında.






Yemyeşil bir doğa içinde. Sri Lanka zaten tahta parçası dikseniz yemyeşil ağaç olur.



Bahçede envai çeşit hayvan börtü böcek kuş dolu. Maymunlar, iguanalar ile iç içesiniz.
Evin sahipleri Sri Lankalı ama uzun yıllardır İngiltere’de yaşıyorlarmış. Torunlardan biri Kanser olmuş ve iyileşme yolunda araştırmaları onu Ayurvedik tedaviye yönlendirmiş. Ülkesine geri dönmüş. Ayurvedik tedavi ile iyileşince de bu tedavi imkânını Batılılara duyurmaya karar verip ailesinden kalan bu evi Ayurvedik Merkez yapmaya karar vermiş. Tabiki bu işte çok da para olduğunu görmüş olabilir. O sırada İngiltere’de olduğu için bu genç hanımla tanışma şansım olmadı. Fakat kanser tedavisi için Norveç’ten gelen bir hanim ile taniştim. Çok memnundu. Kendisi meslek sahibi, Dünya’yı takip eden biriydi. Burayı seçtiyse vardır bir hikmeti deyip güvenim arttı. O da full paket almıştı. Ama sorunlarımız farklı olunca uygulanan tedaviler de farklı oluyordu. Örneğin, sabahları aç karnına Asya mutfağının vazgeçilmezi “Ghee” içiyordu. Ghee bizim sade yağ diyebileceğimiz tereyağının suyunun da uçurulmuş olduğu en saf hali. Sadece tereyağı. Tüm tip dalları bu yağın çok faydalı olduğunu söyler. Burada önemli olan aldığınız gıdayı yakıt olarak düşünürseniz vücutta sindirildikten sonra, kötü atık bırakmaması. Kısaca, vücuda toksin vermemesi. Bu tür yağlara örnek, avokado, zeytinyağı, keten tohumu ve Hindistan cevizi yağları da sayılabilir.

Tesiste günlük programlar yapılıyor. Güne saat 6:30daki sabah yogası ile başlıyoruz. Aksam 5’te ikinci bir yoga seansı daha var. 1 hafta boyunca kalacağınız sürede Günlük programınızı yaparak veriyorlar. Programda doktor konsültasyonu ve tedavileriniz saat olarak yazılmış.
Kayıt işlemlerini tamamladıktan sonra programımı alarak odama geçiyorum.
Güzel bir karşılama yüzünüze gülümseme getiriyor.



Odanın koşulları çok vasat. Temizlik kesinlikle bizim beklentilerimizi karşılamaz. Burası, ödül almış bir tesis. Ama Welcome to Sri Lanka standartları.
Boyle şeylere takılıp, buraya gelme amacınızı unutursanız hem tedaviden yeteri kadar yararlanamazsınız hem de mutsuz olursunuz. Camlar, eskiden olduğu gibi incecik ve pervazlar tam oturmadığı için içeriye her turlu börtü böcek girebilir. Buna da hazır olmak lazım. Ben hem ruhsal hem de yanımda getirdiğim börtü böcek ilaçları ile tam hazırdım. Kısaca bizim eski köy evleri gibi bir yer. Ana binadan da uzak etrafında gökleri delen ağaçlar üzerinde maymunlar, sincaplar her turlu sürüngen, ucan kosan hayvanlarla dolu patika yolla ulaşıyorsunuz.







Hava hep yağmur yağacak gibi. Hatta çoğunlukla da yağıyor. Düşünün bu ülkenin kuru mevsimi. Yaz ayları, yağışlı mevsimi hayal bile edemiyorum. Bir gece o kadar çok yağdı, gök gürledi ki gökyüzü başımıza akacak diye düşündüm bir an. Etrafta Paratoner var mı acaba da düşünmedim değil. Ama yapacak bir şey yok deyip düşüncelerimi ani yaşamaya ve zevk almaya yönlendirmeyi seçtim.

Sabah bir kalktım etraf mis. Pırıl pırıl bir gökyüzü. Hayat ta boyle değil mi? Her fırtına sonrası, sakinlik; her fırtına öncesi sakinlik. Hiçbir şey kalıcı değil. Kalıcı olması doğanın doğasına aykırı. Enerji ve doğanın düzenine, dengesine ters. Önemli olan fırtınalara hazır olmak. Ruhsal ve bedensel. Tabiki elinizden geldiğince. Gerisi akışa bırakmak. Kader diyebilirsiniz. Hayatla didişmemek. Her tersliğin arkasından iyi şeyler gelebileceğine inanmak. Hayat, çoğunlukla çaba ve umut.

Madem ruh ve beden sağlığı temelli bir yazı yazıyoruz mesaj yazmadan olmaz.

Aksam yogasında herkes toplandı. Hocamız gençten bir İngiliz. Grupta kanser tedavisi için gelen Norveçli, Suudi Arabistan’dan zayıflamaya gelen iki kız kardeş. Bu iki ki kardeş çok ilginçlerdi. Suudi Arabistan’dan geldiklerini söylemeseler hiç anlaşılmaz. Çok özgürler. 50’li yaşların başındalar gibi. İkisi de hiç evlenmemişler. Ama ayrı evlerde yaşıyorlar ve iş, meslek sahibi kadınlar. Biri Finansçı, Müşterilerinin yatırımlarını takip ediyormuş. Hem de erkek müşterilerinin. Dolayısı ile Dünya’daki tüm yatırım türlerine hakimdi. Bir de tabiki Suudi Arabistan’da sadece İslami yatırıma izin verildiği için farklılığını Müşterilerine farklı yatırım seçenekleri sunarak koymuş. Diğer kız kardeş de bir hastanenin Müşteri ilişkilerinin başında imiş. Ama şimdi emekliydi. Bu iki kız kardeş el ele bütün dünyayı geziyorlar. Aklınıza gelecek her türlü uç geziyi yapmışlar. Suudi Arabistan gibi Şeriat ile yönetilen ülkelerde bir kadının seyahat edebilmesi bekarsa babasının, babası yoksa, kendinden küçük olsa bile, erkek kardeşinin evli ise esinin iznine bağlıdır. Anlaşılan çok açık fikirli bir aileymiş. Anlattıkları birbirine delicesine seven bağlı bir aile oldukları. Hatta aileye katılan gelinleri bile kardeş gibi benimsedikleri. Ayrıca, ülkelerini çok seviyorlardı ve oldukça özgür bir ülke olarak görüyorlardı. Katar’dan da hiç hoşlanmıyorlardı. O sırada Gulf ülkeleri arasında Katar’a blokajın başladığı ve tırmandığı bir dönemdi. Katar ile özgürlükleri ayni diye düşünüyorlardı. Her iki ülkede de bulunmuş biri olarak içimden güldüm. En başta Suudi Arabistan’da namaz saati bütün dükkânlar kapanır ve namaz kılmaya zorlarlar. Kılmazsanız bir yere saklanmanız gerekir. Bu namaz kılmayana rahat vermemek için yapılmış bir uygulama.Ayrıca, tüm kadınlar örtünmek zorunda, araba kullanamıyorlar (su aralar biraz biraz başlamakla birlikte sadece belirli bölgelerde olduğu söyleniyor). Ayrıca, kadınlar yalnız olarak sokağa çıkamıyor. Bunlar en temel farklar. Gerisini siz hayal edin.
Buraya tartışmaya değil huzur bulmaya geldim deyip hem kendi hem de onların huzurunu bozmamak için sesimi çıkartmadım. Bırak kendini böyle iyi hissediyorlarsa dedim.
Burada alışkanlıklar devreye giriyor. Özellikle de kapalı toplumlarda yetişen insanlarda görülüyor. Yıllar önce bir uçak yolculuğunda Suudi Arabistan’da yasayan Hintli anne kız ile yan yana oturunca sohbet etmiştim. O zaman kadın, oğlunun “Suudi Arabistan’ın dünyanın yaşanacak en güzel ülkesi olduğunu düşündüğünü “söyledi. Çok şaşırmıştım. Bunlar, Suudi değiller Hintliydiler ama çocuklar Suudi’de doğmuşlar, eğitim almış ve büyümüşlerdi. 20’li yaslardaydılar. Düşününce, doğası nedeniyle mi Suudi Arabistan’ı seviyorlar ki dedim? Olamaz. Kıraç, tas.
Hayat tarzı mı? Kısıtlamalarla dolu. Özgürlük yok.
Demokrasi mi? Adi bile yok.
Bu insanlar en azından Katar ve Hindistan da görmüşler. Hala niye Suudi derler diye uzun uzun düşünmüştüm. Sanırım, çoğu insan için nerde yetişirsen en çok orayı beğeniyorsun. Alışkanlıklar, çevre, sosyal çevre vs. nedenleriyle.

Yoga’dan sonra aksam yemeğine geçtik. Sohbet sayesinde insanın iştahını kabartmayan yemekleri yiyebildik. Ben Asya yemeklerini bilirdim sanıyordum. Yanılmışım. Sri Lanka yemekleri biraz daha farklı. Kırmızı pirinç hiç görmemiştim.  Meyveler, tropikal meyveler süper. Hem de tesisin bahçesinden.


Her yer hindistancevizi, yani Coconut, olunca meyvelerin üzerlerine de dökyorlar. Sevenlere süper bir lezzet. Tavsiye ederim. Üstelik çok da sağlıklı.

 Et yok. Et olmaması benim için hiç sorun değil ama bazı yemeklerin bulamaç gibi olması bana direkt kusuk hissi verdiği için bakamıyorum bile. Ama bu konuyu da sorun etmiyorum. Hiç olmazsa birkaç kilo veririm, biraz detox olur filan diyorum.




Dal denilen, mercimek ve çorbası, pirinç ve roti denilen küçük sac ekmekleri de güzeldi.

Aksam yemekten sonra, sohbet için bizi bir araya topluyorlar. Başımızda 20’li yaslarda tıfıl yoga hocamız. Bir konu ortaya atıyor. Aklınca bizi konuşturup stresimizi alacak. Neyse, çok derin olmayan bir sohbet oluyor. Kırmayalım genç arkadaşımızı. Ama gerçekten çok soğuk ve insanlardan uzak bir kişiliği vardı. Bu da yaptığı ise ters düşüyordu. Sıcaklık yaratılmadan birbirini tanımayan insanlar nasıl sohbet edilebilir?

Benim dikkatimi çeken bir başka boyut da bu Yoga hocaları böyle böyle dünyayı dolaşmaları. Buradan Tayland’a gidecekti. Yemek, yatacak yer Yoga Merkezi veriyor. Para da alıyorlardır tatbikî. 15 gun, 1 ay veya istedikleri ölçüde tesisle anlaşarak kalıyorlar. Kaldıkları süre için tesisin Spritüel boyutundan sorumlu oluyorlar. Ne ilginç hayatlar var diye düşündüm.

Birkaç gun sonra gidecekti. Yerini Avustralyalı, çok seker, Alana’ya bıraktı. Alana’da İngiliz bir kıza bırakacaktı. Alana videoda da görüldüğü gibi sıska denebilecek kadar ince ama müthiş bir yoga Hocasıydı. Vücudunu çok iyi kullanıyordu doğrusu. Sevimliliği ile de kalbimi fethetmişti. Bunlarda okulu bitireyim SGK’li bir işe gireyim heyecanı yok. Hatta Üniversite’ye gideyim diye de. Aileleri de çok anlayışlı.


Tesiste hep 2 yoga hocası oluyor. Her halde bir aksilik durumunda birbirlerini yedekliyorlar. Bu arada hepsi ilgileniyor mu bilmem ama Alana’da tedavi alıyordu.
Alana’dan sonra gelen İngiliz kızı görünce çok sasirdim. Aman tanrım bu baya kiloluydu. Yemekte baktım bütün yemekleri de tabağı sıyırıncaya kadar yiyor. Ama müthiş esnek bir vücudu vardı ve karni dümdüzdü.

Yoga yapılan bina koloniel tarzda çatılı ama yanları da açık bir binaydı. Önünde de Hindu-Budist tanrı heykeli vardı. Her sabah ona gidip çiçek ve yiyeceklerden oluşan sunumlarını verdikleri bir tören yapılıyordu.


Tanrı’larına her sabah sunum yapıyorlar sonra da gidip topluyorlar. İlginç bir bakış Tanrı’ya.
Güney Asya’da sıcaklık hep 25- 30 derece arasında olduğu için binaların yan duvarlarının olmaması normal. Sadece üstleri yağmur nedeni ile kapalı oluyor. Otellerin resepsiyonları bile böyle olabiliyor.
Bir akşam yogası sırasında birden yağmur başladı. Sicim gibi denir ya. Yağmur damlaları uzun uzun. Arada kesiliyor. Etraf karanlık. Yağmur kesilince birden ateşböcekleri çıkıyor. Bizlerde etrafımızda mumlarla yoga yapıyor. Onlarca ateşböceğinin karanlıkta görüntüsü, etrafımızda mumlar ve yoga müzikleri ile, muhteşemdi.

İlk sabah Doktor ’um ile tanışıyorum. Geleneksel kıyafetler içinde tam bir Asya güzeli. Egzotik güzelliğin tanımı gibi. Ruhunun dingin olması yüzüne yansımış. Nasıl huzurlu, sakin. Gözlerimi ondan ve muhteşem kıyafetinden alamıyorum doğrusu.



Her gün, sabah ve aksam yemeği için, giydiği kıyafetler birbirinden gözaliciydi. Ben de hayranlıkla fotoğrafını çekiyordum. Asya ülkelerine özel zarafet ve egzotik güzelliği temsil ediyordu.




Külüstür bir doktor odası. Sanki 50 yıl önce Türkiye. Cam şişelerde elle doldurulduğu belli ilaçlar. Lokman hekimin odasında gibiyiz.
Vücut tipinizi öğrenmek için önce size bir suru soru soruyor, sonra tansiyon ölçüyor. Tansiyon aleti beni benden aldı. Her şey çok eski ama sevimli.



Bir de dilinizi çıkartıp inceliyorlar. Ayurvedik Tıp’ta dilin sağlıklı görüntüsü önemli.
Bana her gün görüşeceğimizi ve bu görüşmelerin dışında da ne zaman isterse soru sorabileceğimi soyluyor. Tesiste, 3 doktor daha var. Benim merak duygum depreşiyor ve onunla yaptığı işi merak ettiğimi bana yarim saat sorularım için vakit ayırmasını rica ettiğimi söylüyorum. Gülümseyerek tabi memnuniyetle deyip saat için anlaşıyoruz.
Böylece tam tedavi programım başlamış oluyor.

İlk ii masaj.
Masaj merkezi, yoga merkezi gibi üstü kapalı, yanları açık ve perdelerle birbirinden ayrılmış odalardan oluşuyor. İçerisi her şey kahverengi. Zamanla anlıyorum ki, o makine yağlarına benzeyen kahverengi masaj yağları nedeniyle başka renk mümkün değil, Ellerinde her türlü masaja uygun yağ var. Hepsinin kokusu değişik olmakla birlikte çok ama çok ağır kokuları ortak özellikleri. Tesise gittiğimde hafif migren ağrım vardı bu kokularla birlikte tetiklendi maalesef. Yapılan masaj harika hele benim gibi masaj seven bir kişi için cennet olması gerekirken tedavinin 3. Günü masajdan kaçacak delik arar hale geldim. Hem aşırı masajdan hem de masaj yağlarının kokusundan. O güne değin masaj olmaktan yorulacağım aklıma bile gelmezdi doğrusu. Masajdan saklanmaya çalışır buldum kendimi. Masaj olmaktan sanki vücudumdaki tüm kireçlenmeler, toksinler ortaya çıkmış resmen alt üst olmuştu bünyem.  Hani çaydanlığın dibinde kireç olur ve sakin sakin durur. Sonra sökeyim derken çalkalarsınız ya iste o haldeydim.
Kafa masajı diye bir masaj var. Eyvah dedim şimdi kafam ellerinde kalacak. O kalın yağları da kafanıza sürüp masajı yapıyorlar ve başınızı bir havlu ile sarıp birkaç saat beklemenizi istiyorlar.
Normalde sert masaj seven benim gibi biri için bile çok sert bir masaj. 3.gun lütfen biraz daha yumuşak masaj diye yalvarır durumdaydım.

Akşamları erkenden yatılıyor. Zaten gün sabah en geç 6’da başladığı için. Herkes okuma ve dinlenme modunda. Tabili arada sohbet.

Aksamları odanıza çekildiğinizde size ertesi günkü ilaçlarınızı üzerlerinde günün mesajını anlatan bir hikâye ile birlikte getiriyorlar. Çiçekler de unutulmadan.









Bu arada ne yazık ki tedavim ilerledikçe, migrenim artıyor. Vücudum kokulara müthiş tepki gösteriyor. En sonunda 3.gün sürekli kusmaya başladım. Bahçede oturuyorum ne güzel çiçekler ama ben onların üzerine sürekli kusan bir tip. Dediler ki size daha hafif yağlar kullanalım. Lemongrass filan. Kokladım ve tekrar kustum. Hem lemongrass, lemongrass gibi kokmuyor hem de artık öteki yağların kokusu havlulara sinmiş. Basagrisi için her türlü klasik metodu deniyorlar. Elin başparmağı ve işaret parmağı arasını sıkmak gibi. Hiç banamasın demiyor. Herkes başımda. En son herbal terapi için küvete girdiğimde baygınlık geçiriyorum. Beni apar topar doktorun odasına alıyorlar ve bir sure orda dinleniyorum. Hava sıcak ve tepede pervane var. Üşüyüp hatta tir tir titreyip İkapatırmısınız lütfenİ dediğimi hayal meyal hatırlıyorum.
3 gün süren tedavi maratonum bu şekilde bitmiş oluyor. Söylenene göre tesisin tarihinde bu şekilde olan 2. kişiymişim ama 1.den berbatmış durumum. Böylece literatüre girmeyi başarıyorum.
Ben kendimi Katar’da yasayan biri olarak bu kültürlere çok yakın görüyor hatta Asya’yı gezdiğim için de hiç yabancilamiyacagimi düşünürken geldiğim hal tam bir kabustu. Doktora, ağlamaklı ses tonuyla, “I want to enjoy to stay.” deyip duruyordum. (Burada olmaktan mutlu olmak istiyorum.) ve tedaviye noktayı koyuyorum.
Böylece, ileri tedavinin uygulamaları olan barsak ve burun temizliklerinden de kurtulmuş oldum.
3 gun boyunca sadece Asya’ya özgü minik muzlarla yasayabildim, kahvesiz durdum. Aslında buna die off etkisi de deniyormuş. Vücut toksinleri atarken boyle reaksiyonlar verebiliyormuş. Ama dayanılır gibi değil. Toksinlerimle yaşamayı tercih ederim. Benim canim Toksinlerim deyip tedaviyi kestim.
Açım, hiçbir şey yemiyorum. İlaç içtiğim için sadece minik muzlardan yiyebilirken birden “size göre kahvaltıda Muffin var “dediklerinde solmuş gözlerime bir umutlu bakış geldi. Kosa kosa mutfağa gittim. Muffin dedikleri iste bu.



Her ne kadar umut verici görünmese de bir umut ısırdım. Resmen baya hamur. Hiç ısıl işlem görmemiş gibi.
Nazikçe bu enfes şeyi nasıl yapmayı başardıklarını sordum. Siz de yapmak isterseniz iste tarifi.
Muffin hamuru ama kabartma tozu olmadan muz yaprağının içinde sabaha kadar doğal fermantasyon ile kabarıyor ve sabah buharda pişiriliyor. Ağızda dolgun ıslak hamur tadı.
İlk ısırıştan sonra ilk uçakla dönesim geldi. Uçakta yer yoksa tekerleklerin arasında döneyim ama buradan gideyim bari deyip kendimle dalga geçtim. Yaşadığım bu trajikomik durum, içler acısı halime ben bile inanamıyordum. Bu ben miydim? Böyle bir şey yaşayabileceğim ölsem aklıma gelmezdi.

Bu 3 günlük tedavi kâbusu bitince, normal hayata döndüm. Hiç de kendime “ahh niye buraya geldim?”  filan da demeden. Deneyimin iyisi kötüsü olmaz. Yaşamadan bilinmez. Bir daha denemek de isterim çünkü belki beynimi hazırlayıp gidebilirim.
Fakat birkaç yıl sonra 2. Sri Lanka seyahatimde yine masaj yaptırmak istedim ve yine o yağları çıkardılar karşıma. Ben yine dayanamadım. Kokularının tarifi yok.
Bu tecrübeden sonra, tedavimi basit ve zevkli uygulamalarla devam ettim. Bu tedavide, bitkisel kremler vücudunuza sürülerek içi ısıtılmış tabutumsu kabinde o bitkisel ektraktların vücudunuza girmesi amaçlanıyor. Klostrofobimle savaşarak bu sıcak tabuta girmeyi becerebildim. Bunun adi herbal steam bath. Yandaki küçük piknik tüp enerji kaynağı olması açısından çocukluğuma götürdü beni. Başınıza da bir görevli koyuyorlar bir aksilik durumunda müdahale edilebilsin diye. Ama sanki ölmüşsünüz de tabutunuzun başınızda zebani gibi. Gorüntüye tezat, tesiste çalışanlar çok naif ve sevimli insanlardı.


Bu arada aldığım tüm önlemlere karşın bir şeyler beni fena ısırmıştı. Aslında, sinek ve böceklerin ilk tercih ettiği kişilerden değilimdir. 2. sırada sayılırım. Ama sanırım tesis pek kalabalık olmayınca kısa sürede 2. Sıra kişilere de sıra gelmişti. Sabah bir kalktım vücudum el kadar büyüklükte şişlikler. Sanki gece boyunca bir şey vücudumda yürümüş. Doktora gösterince hemen bahçedeki aleo verayi kesip sürdüler. Anında kesti. Doğanın dengesine hayran olmamak elde değil. Zehirine göre panzehir de kendisinde. Benim başka yerden getirdiğim çözümler hiç işe yaramadı.
Kolumda sinek kovucu bandajlarla dolaşıyordum. Bir akşam yoga yaparken bir baktım kolumun üstündeki bantin tam yanında kocaman bir sivri sinek iğnesini batırmış etime, bant’a veryansın ısırıyor. Bant işlemedi bunlara. Sinek o kadar büyüktü ki “buyrun hosgeldiniz başka ne alırdınız acaba?” diye sorasım geldi.
Geride kalan günlerimi, biraz çevreyi dolaşarak, yanımda getirdiğim bağış amaçlı yardim malzemelerini vermek için okul ziyareti ile geçirdim. Bu da ayrı bir yazı konusu.
Herkes yatıp dinleniyor ve tedavi alıyor, sohbet ediyor ve okuyorken ben öyle oturup okuma bile yapamadım. Anladım ki öyle oturup dinlenmek bana göre değil. Çevreyi keşfetmek daha ilginç geldi. Sri Lanka’ya gelip de sadece tesiste kalıp gitmek istemedim.

Bu arada Doktorumla yaptığım görüşmede Ayurvedik Tip eğitiminin, Bati tıbbi gibi 6 yıllık bir eğitim olduğunu, ayrıca ilaç yapmayı da öğrendiklerini öğrendim. Ayurvedik Tip eğitiminin Asya’da çok iyi okulları olduğunu fakat en iyisinin veya en iyilerden birinin Hindistan Varanasi’de olduğunu söyledi. Yıllar sonra da bu okulu gezme şansım olacaktı.


Geçtiğimiz yıl Sri Lanka’ya 2. Gidişim öncesinde bilgi edinmek amaçlı önceden gezenlerin videolarını izleyeyim dedim. İlk video Dubai’den bir Türk bayanın benim gittiğim tesisle ilgili yaptığı videoydu. Çok yoğun çalışan birisi olarak “gideyim bir detox yapayım, yeşil ve doğa içinde dinleneyim.” diye gidip ancak 1 gece kalabildiğinin macerasını tam yarım saat boyunca videoda anlatmış. Sonuçta, taksi tutup gece gitmiş ve tesisten şoför istemediği için de ıssız yollardan gece karanlığında geçtikçe de epey korkmuş. Tesise gelmiş ve odasında bir böcek görünce yasadığı duyguları tam yarim saat boyunca anlatmış. Zannedersiniz bir savaş ortasında veya bir doğal afet yaşamış. İçim bayıldı dinlerken.
İkinci video ’da da yazın gidip bir de hostel’de kalma cesareti gösteren genç bir Türk kadın. Ve hayatında ilk kez Asya’ya gitmiş. Dert yana yana bitiremiyorlardı.
Asya, Türkiye’ye göre çok değişik dinamikleri olan bir coğrafya. Gideceğiniz mevsim çok önemli. Ayrıca doğaya gidiyorsunuz. Ne bekliyorsunuz? Doğa deyince Antalya’daki profesyonel peyzaj mimarlarının elinden çıkmış bahçe mi diye hayal ediliyor?
Kalacağınız tesis de çok önemli. Asya’ya gidip Hostel’de kalmak cesarettir. Herkes yapamaz. Ancak, gerçekten bilinçli, deneyimli gerçek gezginlerin yapabileceği bir seyahat şeklidir.
Bunlara dikkat ederek yola çıkmak gerekir.

Ayurvedik Tip, Bati Tıbbından daha eski. Ben çok inanıyorum. Vücudu dinleyerek, izleyerek tedavi ediyorlar. Ben denedim yapamadım ama siz yapabilirsiniz. Ön yargı oluşturmak istemem. Hırpalanmadan denenebilir. Bol şans.