Tuesday 7 July 2015

ÜRDÜN -7 Veeee ölmeden ÖLÜDENİZ

Artık inanmıyorum uykusuzluğa. Yorulun bak nasıl uyursunuz. 

Bizde de aynen tecelli etti. Bir önceki gün sıcağın altında dağ, tepe gezip saatlerce stresle yolculuk yaptıktan sonra, deliksiz bir şeklide uyuyabildik ve sabah enerji ile uyandık. 

Yaptığım gezilerde ne kadar aksilik olursa olsun motivasyonum hiç bozulmaz. Hepsini bir macera ve deneyim olarak kabul ederim. Hatta olmasını isterim. Öteki türlü biraz sıradan ve ruhsuz geliyor. Ne kadar yorulursam yorulayım veya işler ters giderse gitsin derin bir uyku benim için her şeyin ilacıdır. Ertesi gün zımba gibi tam motivasyon modunda kalkarım.

Sabah, dün gece buluşacağımız Eray'ın arkadaşlarıyla kahvaltıda buluştuk. Bizim için epey endişelenmişler. Güzel bir kahvaltı ve sohbet ile kendimize geldik.
Grup, Ürdün,Amerika, Meksika ve Çin'lilerden oluşuyordu. Özellikle de Ürdün'lüler ile konuşarak ülke hakkında bilgi sahibi olmaya çalıştık. Bu insanlar dünyanın değişik yerlerinde çalışmış insanlar olunca hepsini ayrı ayrı dinlemek epey ilginç oluyor. 
Aldığımız bilgiye göre Ürdün'de devlet her mal, hizmet ve üründen %25 vergi kesiyormuş. Pahalılığın başlıca nedeni buymuş. Ama bu cevap hala bize paralarının neden bu kadar değerli olduğunu açıklamıyor. Onlar da bilemediler.

Kahvaltı sonrası, hadi dedik denize girelim.

Çölün ortasında bir vaha gibi burası. Tam bir turizm merkezi olmuş. Yan yana dünyaca ünlü oteller zincirleri. Otellerin oluşturduğu sahte yeşil dışında normalde çıplak dağlar. Resimde gördüğünüz karşıdaki çıplak dağlar İsrail'e ait.


Ölü Deniz diğer adı LUT gölü, İsrail ile Ürdün arasında sınır bölgesinde yer alıyor. Büyük bölümü İsraile ait.

Burasının en önemli özelliği dünyanın en çukur yeri olması. Değişik kaynaklar 410 ile 430m. arası derinlikler veriyor. Otelimiz 420m. diyor.

 Hava güzeldi.

Hemen Kimyacı boyutum devreye giriyor ve tuzluluk oranını araştırıyorum.  %33,7. Bu oranı şöyle açıklayabilirim. 100 gr. suda 33,7 gr. tuz çözünmüş. Bu rakamı anlamak için bizim sofra tuzu olarak bildiğimiz ve Ölü deniz'deki en ana tuz olan Sodyum Klorür'ün çözünürlüğü 36,1 ile karşılaştırmak gerekir. Tabiki aynı sıcaklıkta yani 20'C. Bu ne demek ki NaCl (sodyum Klorür) 20'C'de 100 gr. suda en fazla 36,1 gr. çözünebilir. Daha fazla çözünemez. Tuz eklemeye devam ederseniz dipte çözünemeyen tuz kristallerinin çökelmeye başladığını görürsünüz. Buna çözeltinin doymuş hali denir. Dolayısı ile Ölü Deniz de hemen hemen doymuş NaCl çözeltisi kadar yoğun.
Verilen 33,7 rakamı sadece NaCl çözünürlüğü. Ölü Deniz'de suda başka mineral ve tuzların da olduğu düşünülürse gerçek değerin verilen 33,7 değerinden çok daha yüksek olduğu düşünülebilir.
Ama dünyada bundan daha tuzlu biri Antartika'da olmak üzere iki yer daha varmış.

Bu kadar tuzlu ortamda balık ve bitki gibi makroskobik deniz canlılarının yaşaması mümkün olmadığı için mikroskobik boyutta bazı mantarlar ve bakteriler yaşayabiliyormuş sadece. Bu kadarının bile yaşaması ilginç aslında çünkü tuzlama işlemi bildiğiniz üzere gıdaları koruma tekniğidir ve mikrobiyojik gelişmeyi önlemeyi hedefler. Demek çok spesifik mikroorganizmalar yaşayabiliyorlar.

Burası aynı zamanda dünyanın ilk şifa merkezlerinden biriymiş. Karadaki çıplak dağlar, denizde de canlılığın az olması polenlerin de az olmasına sebep olduğu için burası astım hastalarına tavsiye ediliyormuş. Ayrıca yeryüzünün en derin noktası olduğu için de güneşin radyosyon yayan UV ışınlarından uzak olduğu ve yüksek basınç'lı atmosferi nedeniyle her türlü hastalığa iyi geliyormuş. 

Ölü deniz'in suyu ve dip çamuru özel ambalajlarda piyasada kozmetik ürünü olarak satılıyor.
Dip çamuru Mısır'lılar tarafından mumyalama işlerinde kullanılmış. Potas miktarı ile gübre olarak da kullanılmış.

3,7 milyon yıl önce oluştuğu düşünülüyor. Boyuna 67 km. enine de 18 km. uzunluğunda.
Bugün karşılaştığım bir İsrail'li Ölü Deniz'i besleyen su kaynaklarının son yıllarda hem İsrail hem de Ürdün devletleri tarafından kullanılıp Ölü Deniz'e aktarılmadığı için Ölü Deniz'in % 35 oranında  küçüldüğünü söyledi. Bu duruma engel olmak istiyorlarmış ancak her iki devlet de bu su kaynaklarına ihtiyaç duymakta oldukları için en iyisi Kızıldeniz'den su getirelim diye karar vermişler. Ancak, bu karar Kızıldeniz'e kıyıları olan Suudi Arabistan ve Mısır gibi diğer Arap ülkelerini de etkileyeceği için kolay alınabilecek karar olmadığını da belirtti.

Benim de okuduğum kadarı ile bu bölge Kur'anda lanetlenmiş bölge olarak geçiyor. Bölgede o dönemde yaşayan halk yoldan çıkıyor ve değişik sapkınlıklara başlıyor. Aile içi tecavüzler ve sapkınlıklar yaptıkları için Allah, Hz. İbrahim'in de hem akrabası (sanırım kardeşi) hem de onun gibi inançlı bir müslüman olan Lut'u insanları uyarması için gönderiyor. Lut, halka, Allah tarafından görevlendirilip onları uyarmak için geldiğini ve yaptıklarının sapkınlık olduğunu hemen vazgeçip yüzlerini Allah'a dönmelerini'' söylüyor ama onlar Lut'u dinlemiyorlar. Allah'ta bu kavmi hatta Lut'un karısı dahil olarak yok ediyor. Yakınlarda heykel görünümlü bir taş Lut'un karısının taşlaşmış hali olduğuna inanılmakta.  
Lut'un eşi kaynaklarda Madam Lut olarak geçiyor. Kendisi neden taşlaşmış diye soracak olursanız zaten biraz alevere dalevere bir tipmiş ve kocasını bırakıp gitmiş sapkınlara destek vermiş. 
Tabiki bu duruma ''kocasının sözünden çıkan kadının sonu'' yorumu yapmak isteyenlere güzel bir ibret hikayesi.;)))

Neyse, bu kadar bilgiden sonra gelelim bizim gördüklerimize.
Yukarıdan bakınca aşağısı sanki sıradan bir deniz kenarı gibi duruyor.

Tipik sahil görüntüsü. Şimdiye kadar her şey normal.


Aşağı indikçe birden çamura bulanmaya çalışan insanları görmeye başlıyorsunuz.




Yukarıdan insanların çamura bulandığını görmek komik oluyor. Önce hayretle bakıyoruz.
Sonra tabi ki biz de operasyona başlıyoruz.

Önce denize girilerek ıslanılıyor ki çamur vücuda tutunabilsin. 

Ben bir kimyacı olarak bile bugüne değin yoğun tuzlu su'yun da tıpkı şekerli su gibi son derece kaygan olduğuna hiç dikkat etmediğimi fark ettim. Denize girerken kaymamak için çok dikkat ederek girilmesi gerekiyor. İlk giriş oldukça taşlık. Zor yürünüyor ve birden derinleşiyor. Konsantrasyon yüksekliği nedeniyle suyun kaldırma kuvveti çok yüksek. Sanki su yüzeyinde bağdaş kurup oturacakmışsınız gibi. Zaten böyle oturup gazete okuyan insanların fotolarını gördüm internette. Ben de kaynamaya attığınız bayat yumurta nasıl suyun yüzünde yuvarlana yuvarlana durursa aynen kendiniz bayat yumurta gibi suda yuvarlana yuvarlana yüzdüğünüzü hissediyorsunuz. Tabiki bu benzetmenin benim yaşım ile bir ilgisi yok. Her yaştan herkes bayat yumurta misali. Batmanıza imkan yok. Çok değişik bir his. 

Görevliler, ''yoğun tuzlu suyun yakıcı etkisi nedeniyle  yüzünüze, gözünüze su kaçırmamaya dikkat edin'' diyerek girerken uyarıyorlar. Ben tabiki yüz göz değil ama hafiften burnuma suyu çekmek istiyorum. Hem suyu hissedeyim hem de sinüslerime iyi gelir diyerek. Azıcık. Sadece deneme. Amman !!! Allahım. O nasıl bir histir. Bırakın burnum ve sinüslerimin temizlenmesi genzim, boğazım ağzımdan dışarı parçalanmış halde çıkacak zannettim. Gözlerim pörtledi. Epey bir süre kendime gelemedim. O kadar yakıcı. Allah'tan dışarda ellerinde temiz su ile bekleyen görevliler alışmışlar hemen müdahale ediyorlar.
Bu nedenle bildiğiniz denizlerdeki gibi iki kulaç atayım, dipten gideyim, karşı adadan çıkayım yok. Usul usul, hiç kıpırdamadan su fışkırtmadan suyun içinde durmanız lazım. 

Sudan çıktığınızda vücudunuzda suyun kayganlığını halen hissediyorsunuz. Hatta bazıları bu durumu su vücudumu pürüzsüz yaptı olarak yorumladı ama yıkanınca geçiyor.

Sonra dışarı çıkıyorsunuz başlıyor şifalı çamura bulanma. 
Ortada bir küp var otel görevlileri tarafından her gün içi siyahımsı dip çamuru ile dolduruluyor.Herkes elini çamura daldırıp vücuduna sürüyor. Çamur epey killi bir çamur. Hani şu kozmetikte kullanılanlardan. Zaten her yerde de paketlenmiş halde satılıyor.
Bu aşamayı tamamlamış tüm gül cemalimle ben.

20 dakika sonra temizlenmeniz gerekiyor. Bunun için sahilde bir direğe kocaman bir saat konulmuş. Yukarıdaki resimlerde görebilirsiniz. Ama çalışmıyor. Saate inanırsanız yandınız. 

Temizlikte denizde oluyor.
Temizlenme aşamasındaki bu pozum bana İzmir-Çeşme Dalyan Marina çıkışındaki deniz kızı heykelini hatırlattı. Onun da böyle taşın üzerinde bir oturuşu vardır.

Çok çok  ilginç bir deneyimdi. Çok tavsiye ederim.

Gelelim olayın spirütüel boyutuna. 
İki boyutu var. 
1) Bir kere tuzlu su enerji dengeleyici ve negatif enerji atıcı olarak bilinir. 
2) Burası tıpkı Ka'be'de olduğu üzere dünyanın üzerinden geçen enerji hatları olarak bilinen Ley hatlarının üzerindeymiş. İnsana ayrıca bir enerji veriyormuş.

Açıkçası çok istememize rağmen biz bu boyuta bir türlü ulaşamadık. Bu boyuta geçmek konsantrasyon meselesi. Ortam çok önemli. Bizimki gibi bir grupla o boyuta ulaşılamazdı zaten. Ayrıca, insan kendini şartlarsa da olmuyor. Yalnız olmak önemli bir etken bence.

Bugün artık gezimizin de son günüydü. Gitmeden bu unutulmaz güzel gezinin hatıra selfie'sini çektirdik. 

Dönüşümüz yine UBER'siz taksi ile ama sorunsuz oldu. Sonra yine Bahreyn üzerinden Doha. Doha'ya indiğimizde gece 2;30 sularıydı ve biz sabah işe gidecektik. Ama değmişti.

Gideceklere tavsiyem turlarını Akabe ve Kudüs'ü de alacak şekilde organize etsinler. Wadi Rum'da 1 gece Bedevi çadırlarında kalsınlar. Akabe, Kızıl Deniz'de olduğu için meşhur su altı dünyasını görebilmek için dalış yapsınlar. Deniz ürünleri yesinler. Kudüs çok enteresanmış. 

Ürdün değişik bir ülke. Bana göre ülkedeki en düzgün şey binalardaki numaralardı. Koskocaman ve düzgün sıralanmış. Bina dökülüyor ama üzerindeki numara  10 numara denir ya. Numaralandırmadan hiç taviz verilmemiş.

Bu geziden bir de patent alacak bir uygulama çıkarttık. Petra'da tüm güneş altında gezince her ne kadar yüzümüze güneş kremi sürsek ve vücudumuzu örtsek de burnumuz yandı. Biz de çareyi burnumuzu gözlüğümüz desteğinde peçete ile kapatmakta bulduk. Bu uygulama ile literature girmeyi planlıyoruz.

Türkiye'den bakınca Ortadoğu ilkel ve tehlikeli görünüyor olabilir. Ancak, unutulmamalıdır ki buralar insanlığın başlangıcı, uygarlıkların beşiği ve dinlerin ana vatanı. Müthiş bir tarih var. İçerisinden önemli dersler çıkartılabilir. 
Gezmek için de vizesiz ülkeler.



Monday 6 July 2015

ÜRDÜN - 6 Ölü Denize Doğru- ölmeden inşaAllah



Vadi Rum turunu yaptıran ve Ürdün kültürel mirasının bir parçasıymış gibi görünen arabamızdan ayrılırken mirasın bir diğer parçası olduğuna kanaaat getirdiğimiz şoförümüz, sunduğu ilkel koşullara karşın aldığı onca paraya rağmen bir de bahşiş isteyince şok olduk ama hemen cevabını verip ''hadi işine, anca gidersin'' dedik.


Bir gün içinde koskoca Ürdün'deki bütün taşları görmüştük. Ne kadar dünya mirası olsa da burnumuza kadar taş görüntüsü ile dolmuş arabaya oturduğumda tüm bu taşlar üzerime üzerime geliyor gibi hissediyordum. Buraları sindire sindire gezmek lazım.
  
Ürdün'ün bir diğer kültür mirası gibi görünen Vadi Rum gezisi sırasında bizi beklemekte olan arabamız ve şoförümüzle Ölü Deniz için yola koyulduğumuzda saat 6 civarıydı. Önümüzde 3-3,5 saatlik bir yolumuz vardı ve bu durumda akşam 8 deki toplu yemeğe katılabilmemiz maalesef mümkün değildi. ''Ama hiç olmazsa geç de olsa yemeğe katılabilir geç olduğu için de hafif bir şeyler yeriz gibi iyi niyetli'' düşündük.

Bu hayallerle başladığımız yolun 5. dakikasında tarihi eser arabamız hararet yaptı. Araba sürekli arıza yaptığı için sanırım şoför artık tamirci gibi olmuştu.Gerekli müdahaleleri yaptı. Biz de yaptığı ve yaklaşık 15-20 dakika süren müdahalelerin sonucunu  arabanın içinde dua ederek bekledik. Arabanın kendine gelmesi ile tekrar yola koyulduk ama ilk tamirciye kadar. Burada kısa bir bakım molası verip yine yola devam ettik. İşte 1 saatimiz böyle geçti. 

Şoför'ümüz, yolda kaybettiğimiz zamanı kazanmak için sanırım bize ''sizi uzun olan ana yoldan değil de kestirme ara yollardan götürsem olur mu'' diye sorunca hemen ''götür de nasıl götürürsen götür yeter ki bir an önce götür'' diye düşünüp ama ona sadece ''ok'' dedik. Ben kendi adıma memnun oldum çünkü'' hiç olmazsa değişik ve daha halkın olduğu ara yollardan geçerken hayatı da gözlemleyebilirim'' diye düşündüm.

Böyle der demez başladı serüvenimiz. Ben diyeyim patika siz deyin dağ başı her türlü yollardan, köylerden geçmeye başladık. Genelde bakımsız her yer. Çok az yerde biraz daha sayfiye yeri havası gördük. En güzel manzara gün batımıydı. Güneşin büründüğü renkler tek kelime ile ''MUHTEŞEMdi''.

Bu arada şoförümüzün de sabahtan beri direksiyonun başında olduğunu öğrendik. Oysaki UBER'de 6 saatten fazla çalışılmadığı için Amman- Petra yolculuğumuzda araba ve şoför değişikliği yapmak zorunda kalmıştık. Tabiki Petra'da UBER bulunamadığı için ''Allah kabul etsin'' şeklinde ancak bu araba bulunabilmişti.

Şoför baya yaşlı görünüyordu. Fakat burada insanlar bakımsız oldukları için de yaşlı gösterebiliyorlar. Tahmin etmeye çalıştık en sonunda dayanamayıp sorduk ama şoförümüz bir türlü soruyu anlayamadı. İngilizce o seviyede.

Yol git git bitmiyor hava karardı. Karnımız aç. Yollarda yenecek doğru dürüst bir şey yok. En iyisi bira ve çerez alıp yolda eğlenelim dedik. Hem de karnımız bir şekilde doyar diye düşündük. Ama maalesef içki satılmıyor. Uzaktan bakıp bira olarak gördüklerimiz de alkolsüz. Ülkede alkol sadece özel likör shop'lardan alınabiliyormuş. Onlar da sadece şehir merkezlerinde.

Yol ilerledikçe ''şoför bir önceki hayatında İngiliz'di sanırım'' diye düşünmeye başladık. Kendisi saatlerce araba kullanmaktan transa geçip bir önceki hayatı boyutuna geçmiş olmalı ki bir süre sonra yolun sol şeridinden gitmeye başladı. Yoksa sağdan trafik olan bir ülkede kurallara uyup saatler sonra ortaya çıkmış bu duruma başka bir açıklama bulamadık doğrusu.
Manzara korkunçtu. Virajlı, patika yollarda son hızla ve sol şeritten gidiyorduk. Bir anda tüm yorgunluk ve bezginliğimizi üstümüzden attık ve ''AMMAN'' (Ürdün'ün başkenti olan amman değil bizim aman'ın daha heyecanlı hali olan) boyutuna geçerek şeridinden gitmesini istedik. Hemen geçti. Hiç ''hayır'' demiyor. Ama sanırım 1 dakika sonra sola tekrar kayıyor. Biz de tekrar uyarıyoruz. Böyle böyle derken bizim uyarılar sesimizi yükseltmeye kadar vardı. Ama nafile. Bir süre sonra biz de budizm boyutuna geçip, kabullendik mi, yoksa hipnoz mu olduk ne oldu anlayamadım. Arada bezgin seslerle birbirimize ''aaaaa inananılmaaazzz hala soldan gidiyoooo.'' dedik.

Bu arada hava karardığı için etrafı göremiyorduk ve karnımızda inanılmaz açtı. Yolda bir manavın önünde durup biraz meyve alalım bari dedik. Hiç olmazsa ''meyve güvenlidir'' deyip. Meyveleri yıkamak için yandaki restoranın mutfağına girmek için garsondan izin aldım. Aman Allah'ım. Böyle bir yerde nasıl yemek yenilebilir? Ben meyveleri yıkarken restoranın sahibi patron olduğunu sandığım kişi birden içeri girdi, orada olmamdan hiç hoşlanmadığını belirtir şekilde garsonu Arapça azarladı. Sanırım Michelin Yıldız'lı olarak gördüğü mutfağının yıldızlarını düşüreceğim diye evhamlandı. Ben de işimi hızlıca bitirip, hem zavallı, iyi niyetli garsonu korumak hem de patronun gönlünü almak için verdikleri desteğe defalarca teşekkür ede ede bir hal oldum.

Yola devam.

Yolda km. tabelaları yok denecek kadar az. Olanlarda da ''Ölü Deniz'' diye yazmıyor zaten. Dolayısı ile tek bilgi kaynağımız şoför. Arada ''ne kadar yaklaştık'' diye sorunca şoför yine İngiliz boyutuna geçiyor sanırım. Bir önceki sorduğumuzda örneğin 1,5 saat demişse bir sonrakine 2 saat diyor, önceden 150 km. demişse sonra 250 km. deyiveriyor. Arabalarda meşhur triger kayışı vardır ya, hani her 60,000 km. de bir değişmesi lazım. Soför'ümüzün bu kayışının koptuğunu düşünüyorum. Artık yorgunluktan mı yoksa genel bakımsızlıktan mı bilemiyor ama ısrar etmenin anlamı yok deyip bu konuda da üzerine gitmekten vazgeçiyoruz. Yine ''AMMAN'' boyutuna geçiyoruz. Bu sefer de ''boş ver'' anlamında. Şimdi dikkat ediyorum. Bu AMMAN'ın da ne çok anlamı varmış dilimizde. Bir de ''kahretsin'' anlamı vardır değil mi? Başka?
Sonuçta, her anlamı ile bu geziye cuk oturduğu kesin.

Şoför saatler ilerleyip saçmalamaları arttıkça da aklımıza ''ya kaza bir şey olur da gecenin bu vakti yolda kalırsak'' düşüncesi geliyor. İçimizi tam karabasanlar basmışken çare müzik deyip unutmak için şarkılara tutunuyoruz. Bir taraftan da Ölü Deniz'e yaklaştığımızı düşünüp, gezimizin ana amaçlarından biri olan spirütüel boyuta geçebilmeyi istiyor ve ona göre şarkılar seçiyoruz. En ağırından ve en bunalımlılarından. Ama HEYHAT. Arabadaki genç arkadaşımız gençliğin verdiği bütün pozitiflik ve enerji ile boyutumuzu ''düriyemin güğümleri kalaylı'' boyutuna çekerek tüm hayallerimiz ve çabamızı alt üst ediyor. Biz de zaten bunalmış olarak çekildiğimiz bu boyuta memnun, mesut katılıyoruz. Bu anlarda şoför'ün bizim hakkımızdaki düşüncelerini yüzünden okumaya çalışıyorum. Ama o her zamanki UK (United Kingdom) boyutunda.

3 hadi en fazla 3,5 saat planladığımız gezimiz gece saat 11;30 civarı 5,5 saat sonra bitti. En azından çok şükür sağ salim ulaştık deyip avunuyoruz. Bizi niye onca garip yollardan kestirme diye getirdi anlayamadık doğrusu. Parayı da kat ettiği km olarak almayacaktı ki.
Duygularımız kısaca toprağı öpecek boyutta.
Bu müthiş başarılı!!! yolculuk sonrası şoför aldığı onca paradan sonra bir de bahşiş isteyince duruma ''tüy dikti''.
Sanırım, bildikleri en iyi İngilizce kelime ''tip''.

Odamıza doğru giderken gözlerimiz yatmaktan başka ne yemek ne de arkadaşları görecek haldeydi. Bu sıra dışı yolculuktan sonra bir önceki hayatımda ben de Arap olabileceğimi düşünüp o boyuta geçiyor duygularımı Arap'ların en çok kullandığı ''Bukra İnşaAllah''. (Yarın inşallah) deyiminden daha güzel bir şey ifade edemiyeceğini düşünüyorum. 



Sunday 5 July 2015

ÜRDÜN - 5 - Vadi Rum

Vadi Rum
Petra yolculuğu sonunda sürünür vaziyette kendimizi otelimize zor attık. Bırakın üstümüz, başımızın  o kadar toz toprak içinde olmasını, ayakkabının içine giren kumlar tırnaklarımı inanılmaz çizmişti. 
Kendimize gelmemiz epey vakit aldı.
Ahhh bu Vadi Rum'u dün yetiştirebilseydik çok iyi olacaktı. Hiç olmazsa Petra'yı daha sakin dolaşabilirdik. 
Başka vakit olmadığından bir süre dinlenip, kendimize gelebilmek için birkaç fincan kahveyi ardı ardına içtikten sonra  sonra yola koyulmak gerekti. Yine taksi ve UBERsiz. Önümüzde 1.5 saatlik bir yol vardı. Güneye doğru, Akabe yolunda dolayısı ile sınıra yakın yol aldık. Aslında neredeyse Ürdün'ü boydan boya dörtte üçünü görmüş olacaktık.



Manzara çok az yeşil. Tarım ve hayvancılık alanları epey azdı. Katar'da Ürdün'den ithal edilen et ve tarım ürünleri de hep marketlerde yer aldığı için açıkçası ben gelmeden önce epey yeşil bir yer olarak düşünüyordum. 
Yollarda en ilgimizi çeken sınıra yaklaştıkça Polis kontrollerinin sıklaşması idi. Şoförümüz, güvenliğin sağlanması nedeni ile bu işten memnundu. Bu arada şoförümüz İngilizce bilmediği için de muhabbetimize doyum olmuyordu. Arabamız da, şoförümüz de her an yıkılacak gibi duruyorlardı.

Vadi Rum'u gezmeden önce bilgi vermek isterim.
Vadi bildiğimiz Vadi, Rum'da Arapça Ay demek. Ay takvimi de, Rumi Takvim olarak bilinir ya. Yani Ay vadisi. Bir de Aramice yükseklik demekmiş. Yani Vadi'deki yükseklik. Burası aslında bir çöl vadisi. Akabe'ye yaklaşık 50km., Amman'a da 250km. uzaklıkta. Çöl'ün ortasında inanılmaz kaya tepeler'den oluşuyor ve yaklaşık 720km2. genişliğinde olduğu söyleniyor. En yüksek noktası, 1784m. yüksekliği ile ülkenin en yüksek ikinci noktası.

Doğayı tarif ve anlatabilmek için önce internetten bulduğum profesyonel fotoğraflardan yararlanmak istiyorum. Çünkü, benim acemi olanaklarımla aşağıdaki pozu yakalamam mümkün değil.





Şimdi gelelim benim çektiğim fotolar ile gezmeye. Girişte biz.


Giriş yine üçretli ve 4*4 arabalar ile birlikte kişi başı 35 JOD. Yaklaşık 133 TL. Süre 1,5 saat. Epey pahalı. Hadi dedik 4*4 araba ile gezeceğiz olabilir. Parayı ödedikten sonra arabamızı gördük. Sanırım tekerlek icatından sonra çıkan ilk modeldi.
Biraz gittik. Zaten hemen su kaynatmaya başladı. 35 yaşındaymış. Hiç bir şey demedik. Sanki aile büyüğümüz gibi kendisine hürmette kusur etmedik.

Vadi Rum bir köyün kenarında kurulu. Köyden birisi şoförümüz ve arabanın sahibi ve aynı zamanda rehberimiz. Gözlerinde dolar işaretleri ile dolaşan cinlerdendi.
Vadi girişinde köyün okulu,

Evler ve insanlar çok bakımsızlardı.


Başladık gezmeye, doğa olağanüstü değişik görüntüsü ile büyüleyici. Size her türlü olumsuzluğu hemen unutturuyor.






















Tepelerden gün batımı doğaya bakmak inanılmazdı.

Turlar değişik alternatifler sunuluyor. Bizimkisi süre azlığından en kısa olandı. Min. 1,5 saatlik olmak üzere 4-5 saatlik, günlük, deve ile olandan gece yatılı olana kadar her türlü alternatifte tur bulmak mümkün. Aşağıda  gece kalabilmek için düzenlenmiş kamp. Kalanlardan dinlediğimiz kadarı ile gece yıldızlar müthişmiş. Çok güzel bir deneyimdi diye anlatıyorlardı.

Vadi Rum, sıradışı doğası ile bildiğimiz bir sürü Hollywood filmlerine sahne olmuş. Bunlardan bazıları;
Arabisatan'lı Lawrence -1962, Çöl tutkusu-1998, Kızıl Gezegen- 2000 (Mars olarak), Transformers- (Mısır olarak),Prometheus gibi.

Arabistan'lı Lawrence deyince kendisinin 1917 ve 1918 yıllarındaki Arap özgürlük hareketi sırasında buradan defalarca geçtiği söylenmekte. Kayanın birinde de onunla ilgili olduğu söylenen Arapça yazılar yer alıyor.

 Petra'dan 1.5 saat yol alarak gittiğimiz Vadi Rum gezimiz toplamda 2 saat sürdü. Dönüşte bizi oldukça maceralı 4-5 saatlik Ölü Deniz yolu bekliyordu. Teoride akşam 8'de Ölü Deniz'de kalabalık bir arkadaş grubu olarak yenilecek bir yemeğe katılacaktık. Heyhaaaaatttt!!!