Friday 14 October 2011

Yeniden MARHABA...

                                                                                                      14 Ekim 2011

Yeniden MARHABA,

Uzun, güzel bir tatilin ardından yeniden merhaba. Tekrar sakin limanımızdayız. Karma karşık duygular içerisindeyim. Sonuç... Göreceğiz.

Açıkçası beklediğimden daha güzel bir hava ile karşılaştık. Geçen yıl acaba ilk şok nedeni ile mi halimiz ‘’çıldıracak gibi’’ olarak tanımlanabilirdi. Ama daha sonra etraftakiler ile bu konuyu görüştüğümüzde onlar da aynı kanıda olduklarını belirtince bu durumu ‘’Allahın bir lutfu ‘’olarak düşünmeye başladım. ‘’Garip kuşun yuvasını Allah yaparmış.’’

Biliyorsunuz macera benim göbek adım. İlk önce ülkeden çıkışta pasaport kontrolünde pasaportumu bulamadım. Elimde o kadar pasaport vardı ki. Pasaportlarımızı yeniledik. Ama tüm oturma izinleri eski pasaportlarda olunca eskileri de göstermek gerekiyor. Toplam 6 pasaport. Dönüp dönüp arıyorum. Oysaki kuyrukta pasaportları çıkartırken Kaan’ın eline tutusturuvermişim. Hatırlamıyorum tabiki. Öleceğimi sandım ve o birkaç dakika içerisinde pasaportumu bulamadım üzerine uzun bir senaryo bile yazabildim.
Sağ salim uçağa binince bir baktık Kaan’ın okuldan arkadaşı ve ailesi uçakta. Ailecek tanışıyoruz. Kendileri Hollandalı. Tatil dönüşü son birkaç günlerini İstanbul’a ayırmışlar. İzlenimler nasıldı deyince anlat anlat bitiremediler. Kültürü ve doğal güzellikler ile dolu bir ülkemiz olmasının gururunu yaşadık.
Uçakta ayrıca benim okuldan bir öğretmen arkadaşım ve iki çocuğu ile karşılaştık. Giderken de aynı uçakta gitmiştik. Yine ayaküstü sohbet. Anladık ki yavaş yavaş Doha’lı olmuşuz.
İkinci vukuat bu kez Doha girişte yaşadım. Artık tecrübeli olduk. Uçaktan inince hızlıca pasaport kuyruğuna giriyoruz. Çünkü kontroller o kadar yavaş ilerliyor ki sondakiler için durum çok iç bayıcı oluyor. Evet kuyrukta ilk olmanın mutluluğu ve gururu ile geçiyoruz görevli memurun önüne. Yan tarafta bizimkiler baba - oğul kontroldeler. Sevimli bir gülümseme ile yan tarafa bakıyor ne güzel aynı anda çıkacagız diye düşünüyorum. Derken onların her ikisinin birden işi bitiveriyor ama benim görevli hala pasaportumu karıştırıyor. Karıştırıyor, karıştırıyo, karıştırıyor. O karıştırdıkça benim içim bayılıyor. Buralarda işe karışanı sevmezler. Ama en sonunda dayanamayıp soruyorum ‘’ ne oldu bir problem mi var’’. Kemal oradan karışmamamı gayet gergin ve otoriter bir ses ile hatırlatıyor. Bekliyoruz. Bekliyoruz.Bekliyoruz... Bu arada tabiki benim arkamdakiler ile birlikte bekliyoruz. En sonunda dayanamayıp Kemal geliyor. İki pasaport olmasının anlaşılamadığını sanıp açıklamaya çalışıyor. Görevlinin dinlediği yok. Gümrük görevlileri neden hep böyledirler acaba? Epey bir sure sonra kendileri lütfedip açıklamada bulunuyolarr. Pasaportumda Temmuzda Doha’dan cıkışta basılan mühürü görmemiş. Pasaportları böyle inceleyen görevli gördünüz mü? Tabiki yine zayıf, kuru, sıska idi. Nedir benim bu kuru, sıska gümrük görevlilerinden çektiğim. Anlatsa derdine çare olacağız. Hemen Kaan’ın pasaportunu getirdik Bak beraber çıktık dedik. Aaaa bakınca ne görelim Temmuz’daki Doha çıkışında Kaan’ın pasaportunda iki mühür var. Yani anlayacağınız benim çıkış mühürünü de ona vurmuşlar. Siz siz olun bunları kontrol edin ben bundan sonra edeceğim. Neyse durumun kendi hatalarından olduğu anlaşılınca çok da hızlı olmayan bir şekilde çözdüler. Özür dilemek mi dediniz. Hahhh ha diyebilirim size.
Bu olay ne kadar uzun sürmüş olsa da baktık arkadaşlarımız hala bavullarını beklemede. Gördüğüm manzara karşısında THY’nin yer hizmetlerinin mükemmelliği konusunda bir dakika saygı durmak istedim.

Oldukça maceralı bir yolculuk sonrası gecenin bir yarısı gelmemize rağmen heyecandan mıdır nedir yolda pek uyuyamadım doğrusu. Ama birkaç saat de olsa uyumam gerekirdi. Sabah erkenden iş vardı.
Sabah beklediğimden daha formda bir şekilde kalktım. Sanırım benim beynim yapılacaklar, edilecekler üzerine programlanmış. İçerisinde de bir takvim ve çalar saat var. Ne kadar yorgun, ne kadar uykusuz olursam olayım istediğim saatte, saat kurmadan kalkabiliyorum.
İşe heyecan ile gittim. Okula biraz emrivaki yapıp tatilimi 15 gün uzatmıştım. Onlarla maaşımı keserek cevap vermişlerdi. Sanıyorum ki bana sitem edecekler. Yine senaryo yazmaya başlıyorum. Üzerime gelirlerse çeker gelirim eve diyorum kendi kendime. Buraların da bu güzelliği var. İstemedin mi bırak işi eve gel. Bu bana hayatımda biri çok  gençliğimde, biri de burada olmak üzere iki kere nasip oldu. Hele birincisinde sabah istifamı basıp öğleden sonra denize girmek güzeldi. Deniz tüm stresimi almıştı. Hayatınızda bir kere bile yapmanızı tavsiye ederim. İnsan kuş gibi hafifliyor. J
 Tabiki fırsatlar oluştuğunda. Her iş buna el vermez.
Bu duygular ile işe vardım. İlk karşılaşma okulun idari işlerden sorumlu kişisi ile oldu. Kendisinde biraz Türklük var. Ama atalarından. Görmemiş bile ülkemizi. Gelmeyeceğimi ilk ona haber vermiştim. Baktım kollarını açmış beni bekliyor. Bir sarılıyor ki sormayın. Hiç bir şey sormadı bile. Konunun tek sözü olmadı. Hemen yukarı çıkın oditoryumda toplantı başlamak üzere dedi. Koşa koşa yukarı çıktık. Ortalık ana baba günü yeni öğretim yılının ilk günü. Bakıyorum çevreme genelde yeni yüzler. Geçtiğimiz yıl öğretmenler ve çalışanların çoğunun kontratı yenilenmediği için okuldan ayrılmak zorunda kalmışlardı. Şimdi yeniler onların yerine gelenler olmalı diyorum. Yeni gelenler de şaşkın şaşkın etrafa bakınmadalar. Dizin hemen altında etek boyları ve kol boyu dirsekte kıyafetleri ile okulun havasını henüz hissetmedikleri belli. Hele birine bakıyorum gülesim geliyor. İlkokul 1'den itibaren erkek sineğin bile izin alarak girdiği okulumuza yaklaşık 15-16 yaşında olan oğlunu da getirmiş. Hani biz küçükken hamama böyle çocuklarını getirenlere ‘babasını da getirseydin bari’’ denirdi ya öyle. Kendisine bakıyorum dirsekte yarım kollu gömlek, yaka açık, etek boyu  dizin hemen altında en komiği de kabarık kıvırcık saçlarının içine kocaman bir orkide şeklinde toka takmış. Ama çiçek benim elim kadar. Bakınca 1970 Amerikan  rüküş country şarkıcıları gibi duruyor. İnanmıyacaksınız ama sonradan bu hanımın Türk olduğunu öğreniyorum. İnanamadım. Aradan geçen günlerde tanıştırdı arkadaşlar. Avustralya’da yaşıyormuş. Çocuklarım dinlerini öğrensin diye geldim buralara dedi. Ama karşılaştıkları sonucunda çok moralsizdi. Avustralya’ya üç aylıkken gitmiş. Yıllardır orada yaşıyor olması nedeni ile konuşmamız çok az Türkçe olarak gerçekleşebildi. Böylesine spesifik bir ortamda vatandaşımız ile karşılamak çok enteresandı doğrusu. Şimdi aralarda karşılaşıyoruz. Hala moralsiz. Maalesef çocukları geriye göndermek zorunda kalmış. Bu ülkenin bir de bu yüzü var tabiki.
Okulun bu ilk günlerdeki renkliliği çok hoş. Gülümsüyorum. Keşke böyle kalabilse. Yavaş yavaş kararacağımızı düşünüyorum!!!
Bu arada bu kadar kalabalık içinde, rakam vermek gerekirse 175 kişi kadar, okulumuzun müdürü çok uzaktan beni görüyor. Pozisyonumuzu şöyle anlatayım. Kendisi sahne önünde ben ise toplantı salonunun en arkalarındayım. Birden bakıyorum aman Allahım bize doğru mu geliyor?  Hem de tüm salonu boydan boya geçerek. Evet doğru bize doğru. İnanamıyorum. Hoşgeldiniz, iyi bir yıl diliyorum diyerek sarılıyor. Ben hemen kafamda o kadar kurmuşum ki hoşbulduk demeden ‘’doktor raporumu getirdim’’ diyorum. ‘’Ahh tamam önemli değil geçmiş olsun şimdi iyimisiniz?’’ diyor.  Şaşkınlık içerisindeyim. Hiç böyle sıcak bir karşılama beklemiyordum. O saatten sonra da kimse bana bir şey sormadı. İçimden’’ iyiki her şeyi göze alıp Türkiye’de evimde kalmışım’’ dedim. Yoksa 1 hafta çalışma sonrasında 1 hafta bayram olmak üzere 15 gün sıcağın doruğunda buralarda olacaktım. En önemlisi de Kemal’i boş yere bayramda buralara sürükleyecektim. Allahıma şükürler olsun.

Bu heyecandan sonra baktım bizim yeni bölüm başkanı tüm heşameti ile önde oturuyor. Bizi görünce hemen yanımıza geldi. Sanırım kendisi de heyecanlı idi. Dile kolay doğma büyüme Londra sonrası her tarafından ilginçlik, sürprizler fışkırmakta olan!!!böyle bir ülke ve okul. Hoş beş merhabadan sonra ‘’ hadi bize yeni arkadaşlarımızı tanıştır’’ diye rica ettim. Toplantı da aşağı yukarı sona ermişti. Bakındı şöyle etrafına hemen buldu getirdi onları. Biri Lübnan kökenli Avustralya’lı diğeri de Africa- Hint kökenli İngiliz. Ah şu benim 6. hissim. Birden eski arkadaşlarıma olan özlemim depreşiverdi ve hiç kimsenin onların kalbimdeki yerini dolduramıyacağını düşündüm. Onlarla çok şey paylaşmıştık. Çok kısa sürede bana kalplerinin en derin köşelerini açmışlardı. En sevdiğim özellikleri çok objektif olmaları idi. Aramızda tamamı ile paylaşıma ve güvene dayanan bir ilişki vardı. Aslında başlangıçtaki dil sorunlu dönemi de düşününce bu kadar kısa sürede bu kadar yol alabilmeyi frekansların uyumu olarak açıklayabiliyorum. Bunca yıllık iş hayatımda geçirdim en fırtınalı ama en eğlenceli günlerdi diyebilirim.

Bu düşünceler ile ayrı bir dünyada gezinirken, hemen kendime geliyor, toparlanıyorum.
En iyisi her türlü ön hissi bir kenara bırakarak, sıfırdan yeni düzeni kurmak deyip, her zamanki gibi, umut dolu duygular ile işe koyuluyorum.