Monday 22 April 2013

CAMBRIDGE

Cambridge, UK gezimin en sevdigim duraklarindan biri idi. Akademik alanda bir ekol olan bu universiteyi ve sehri gormeye can atiyordum. Aslinda Kaan o hafta Oxford’da idi. Ama benim Cambridge’I gormeye baska sansim olmadigi  ve Cambridge’i gormeden donmeyi de  icime sindiremedigim icin ilk haftama gunubirlik 1 gun Cambridge, 1 gun de Oxford gezisi  sigdirdim.
 Athya'nin telefonunda Londra metrosu haritasi kayitli. Her aksam bir ertesi gun icin haritaya bakip konusuyorduk zaten. Bu haritayi kullanarak gidecegim hatlari belirliyordu ama ben yine de metro gorevlilerine her gun onaylattiriyordum.Gorevliler, Metroda bulunan haritalarda gidecegim istasyonlari daire icine aliyorlardi. Hic konusmaya anlatmaya gerek kalmadan her sey anlasilir hale geliyordu. Adamlar artik asmislar. Turiste yardimda inanilmaz bir sistem var. Yine ayni yontemle kolaylikla Cambridge trenini buldum.
Tren kohnemsi bir sey. Ve o kadar sakindi ki nerdeyse koskoca trende uc bes kisi var gibiydi. Cambridge, Londra’nin 90km. kuzey dogusunda bulunuyor.  Yolculuk, yaklasik bir saat suruyor.
Cambridge Tren garindan cikinca ilk sok etraftaki bisiklet miktarini gorunce yasaniyor. Resimde gorunen toplam miktarin dortte biri kadardir herhalde. “Bu manzara nasil entellektuel ve akademik bir sehre geldigimin  bir gostergesi” diye dusundurdu.
Sehrin girisinde harita koymuslar. Zaten kucucuk ve basit bir sehir. Aslinda, sonradan gezdigim, Oxford, Edinburgh, Liverpol, Manchaster’i da gordukten sonra Ingiltere’nin sehirlerinin gayet kucuk ve oldukca planli oldugunu anliyorum.  Bu iki ozellik sayesinde de rahatlikla gezilebiliyorlar.
Genel bilgi olarak Cambridge’in  2011 nufus sayimina gore nufusu 123.900. Yalnis okumadiniz binler seviyesinde. Milyonlar degil. Yuzolcumu ise 115.6km2 deniyor. Fikir olusturmasi icin Izmir’in yuzolcumunun 855km2, 2011 nufus sayiminda nufusunun ise 4.005.459 kisi oldugu belirtiliyor.
 Cambridge nufusunun 20-25 bin kadari ogrencilerden olusmaktaymis. Dusunsenize nufusun yaklasik 5 te 1’i. Bir de ogretim uyeleri var tabiki. Bu nedenle Cambridge’e  bir Universite sehri deniyor.
Basliyorum sehrin merkezine dogru yuruyuse.  Yol boyunca cok sevimli, karakteristik Ingiliz tipi binalar goruyorum. Sehir yemyesil. Tarih korunmus. Boyle bir manzarada yururken kendinizi ruyalar aleminde, tarihin icinde hissediyorsunuz. Hava tertemiz, gokyuzu masmavi ve hic egzos gazi yok. Yagmur az ciselemeye basliyor ama rahatsiz etmeden. Tam yagmurlugumu giymeye kalktigimda, gunes gulen yuzunu gosteriyor. Sanki “saka yaptim hadi sekerim, seni uzermiyim hic yola devam” diyor. Bu inanilmaz guzel yuruyus sirasinda gunlerdir yurumekten ayaklarimda , sirtimdaki  10 kg.lik cantadan da omuzlarimdaki dayanilmaz agrilari bile unutuyorum.

Yolun  buyusunden hafiften siyrilip etrafa dikkatli baktigimda bu binalarin “dil merkezleri” oldugunu anliyorum. Hani tum dunyadan Ingilizce ogrensinler diye gonderilen ogrenciler iste buralarda yarim gun ders aliyorlar. Ogleden sonralari ise serbest zaman. Ilk anda yasadigim duygu tam anlami ile  SOK. Cunku, hic boyle evden bozma yerlerde egitim alindigini hayal etmemistim. Daha okul havasinda bir yerler hayal ediyordum sanirim. Ama simdi saglikli kafa ile dusununce neden olmasin.” Dil ogrenmek nedir ki bir tahta,  bir hoca. Ustelikte kulturlerini yansitan tarihi binada” diyorum. Ogrenciler icin guzel bir deneyim olmali.


Sehrin girisinde botanic bahcesini goruyorum. Gezmek icin gidiyor ama beni Cambridge’te nelerin bekledigini bilemedigim icin vakit ayirip giremiyorum. Gorevliye sordugumda en az 1.5 saatlik bir yuruyus yolu oldugunu soyluyor.

Hemen bir kahve molasi vermek icin bir kafeye yerlesiyorum. Bu hafta Ingiltere’deki ilk haftam. Yurumek ve agir canta tasimaktan dayanilmaz agrilar icindeyim. Aslinda yuruyecek halim olmamasina ragmen yilmiyorum. Kahve ile birlikte birkac agri kesici aliyor biraz soluklaniyorum. Ayrica bu molalar ayni zamanda teenager time. Gezimi asama asama yayinliyorum. Kisa moladan sonra ah vah deyip yola koyuluyorum.

Sehrin girisindeki klisede bir hareket gorup iceri daliyorum. Iceride daginik vaziyette oturmus 10-15 kisi var. Ben en arka siralardan birine oturuyorum. Basliyorum etrafi incelemeye.  Papaz bir seyler soyluyor. Herkes onlerde arada buyuk bosluk var. Sonra benim ve 3 tane daha adamin oturdugumuz arka siralar var. Bu uc adamin tipleri biraz ilginc geliyor. Pek papazi dinlemiyor, etrafi kesiyor durumundalar. Anlayacaginiz, hic ruhani bir boyutta degiller. Tipleri kayik olmasina ragmen kravat ve pardosu giymis zoraki bir ciddiyet halindeler.
Bir sure sonra papazin konustugu yerin onunde iki grup siranin tam ortasinda tahta bir sandik gibi bir sey gozume ilisiyor. Ay buda ne filan derken aslinda bir cenaze toreninde oldugumu o sandigin da tabut oldugunu anliyorum. Olen 80 kusur yasindaki teyze icin toplasmislar. Bu kadar az katilim olmasi ve kimseden bir kirik gozyasi gelmemesine sasiriyorum.  Bizde 90’in uzerine bile “doyamadik” deyip aglamamiz tezatligi geliyor aklima. Toreni epeyce izledim. Soylenenler daha cok latince olunca pek anlamadim. Daha sonra  yanimdaki garip kilikli kisilerin ikisinin  tabutu tasiyan parali kisiler oldugunu ucuncu kisinin ise toreni organize eden sirketin yoneticisi oldugunu, sira tabutu tasimaya gelince, anliyorum. Muslumanlikta tabutu tasimak gorevdir, sevaptir. Bu nedenle de kargasadir. Hatta bazen gerek tasiyanlarin boy farkindan gerekse de birbirlerine aktarma sirasinda olusan senkronizasyon bozuklugundan tabut dusecek gibi olur. Burada ise kimse atilip tasimaya calismayip yolunda yurudugu icin  duzen hakimdi.  Disarida sanirim yine kiralanmis siyah tertemiz arabalar beklemekteydi. Katilimcilar tertemiz siyah kiyafetler icerisinde sakince arabalara yerlestiler.
Muslumanlik ile Hiristiyanligi bu acidan karsilastirdigimda bizde duygu yogun,  estetik yok, onlarda ise tam tersi oldugunu goruyorum.
Bu arada tren garindan sehre olan birkac km.lik yol da bitmis sehrin icerisine gelmis bulunuyorum. Saatler ogleden sonraya geldigi icin kursiyer ogrencilerin dersleri bitmis. Basliyorum ogrencileri izlemeye.  Ilk etkilendigim sey, gruplar halinde oluk oluk gelen ogrenciler oluyor.Hayatimda herhalde ben bu kadar cok ogrenci birarada gormemistim.  Her cins, her millet, her renkten, dunyanin dortbir tarafindan gelmis ogrenciler. Daha cok lise cagi ogrencileri. Kaldiklari yerlere kendi arkadas gruplari ile yuruyorlar. Maalesef bu cocuklarin arkadas gruplari da kendi ulkesinden birlikte geldikleri arkadaslari. Dolayisi ile herkes kendi dilinde konusuyor. Bu durum bende ikinci bir sok yaratiyor. Dusunun aileler, bu cocuklari ulkeyi hissetsinler, dillerini gelistirsinler diye buyuk paralar yatirip gonderiyorlar ama onlar okulda derslerde ne gordulerse o kadar. Sonrasi herkes kendi dilinde yola devam ediyor. Gondermek isteyenlere onerimdir, cocuklarini okullari veya arkadaslari ile gondermesinler. Bence tam amacina ulasamiyor. Hatta Cambridge , Oxford gibi meshur yerlere degil de daha kucuk yerlere gondermelerini tavsiye ederim. Cunku, Cambridge ve Oxford’da  muhakkak bir vatandasini bulurlar ayrica buralar oldukca pahali. Duyduguma gore koyler, kasabalarda daha butik yapilan yerler varmis arastirmak lazim.  

Bir de dil ogrenmeye gelen bu ogrencilerin aksam hallerini gordum inanamadim. Zannedersiniz, hepsi gece klubune gidecek. Bu nasil hazirlik boyle. Anladim ki bu is dil ogrenme, kultur edinmeyi asmis.
Sehrin icerisinde bakinirken kendime zamandir aradigim ozellikte polar 3 £’a bir yelek, 15 £’a guzel bir  ust aliyorum. Cambridge Londra’ya gore oldukca ucuz geliyor.

Kucuk alisverisimden sonra basliyorum Universiteyi  kesfetmeye.  Cambridge Universitesi 29 tane Kolej’den olusmaktaymis. Cok zamanim olmadigi icin sadece Kaan’in ders yaptigi koleji gezebilecegim.

Burasi  sehrin merkezinde Cambridge Universitesine bagli Emanuel College. Kaan gelmeden once harita uzerinde o kadar calismisiz ki herseyi elimle koymus gibi buluyorum. Yorum yapmadan sizleri resimlerle basbasa birakiyorum.
Disaridan bakinca. Siradan tarihi bir bina gibi duruyor. Simdi yavas yavas iceri girelim.

Bahcede bir ordek ailesi yasiyordu. Sanirim resimdeki gibi zaman zaman da bahceyi gecip ofis alanlarina kadar ilerliyorlar. Eeee ne de olsa Buyuk Britanya ozgurluk ve demokrasinin besigi.

Kaan’in anlattigina gore, giristeki bu guzel cimlere yilda bir kez o yilin mezunlari basabilirmis.
Bu guzel cimlerle kapli avluyu gecince daha da icerde ise asagidaki manzara sizi karsiliyor.



Kaan’in devresinden cocuklar ogleden sonranin keyfini cikartiyorlar.
Burasi da Kaan’in ders yaptigi bina. Kapidaki gorevliye merhaba deyip kendimi  tanittiktan sonra derslerin bittigini cocuklarin serbest zamanda olduklari bilgisini aliyorum.. Hemen firsattan istifade Kaan’in bize ilettigi “Tuvaletler ortak” sikayetini iletiyorum. Kadin burnundan kil aldirmaz vaziyette "tabiki buralar tarihi binalar,  tadilat yapmak imkansiz. Sukretsin haline diger binalarda hic tuvalet yok. Herkes tuvalet icin bir baska binaya gitmek zorunda kaliyor” demez mi. “ Tarihi binalarda yasama sansini, luksunu  elde etmis, farkinda olsun, kultursuz insanlar gibi bu tur sikayetler yapmasin”  demeye getirdi.
Bu arada yillardir duzenlenen bu kursun  tarihinde, ziyarete giden tek anneydim sanirim ki  bana uzayli gibi bakiyorlardi. Anlatmaya calistim durumu “ geciyordum ugradim, Cambridge, hayaller ulkesi vs. ama…
O arada etraftaki cocuklarla azicik sohbet ettim. Herkes memnundu hayatindan. Bu bir dil kursu olmadigi ve gelecek yil girecekleri sinava hazirlik niteliginde bir program oldugu icin sanirim ogrenci profile oldukca farkli geldi bana. Ama sigara icen, kizlarla yakin temasta olanlar da gozumden kacmadi degil yani.
Sizi kolejin bahcesinden diger manzaralar ile basbasa birakiyorum..






Yaz tatili oldugu icin Kolejin gercek ogrencilerini goremiyorum. Kimler okuyor buralarda. Cambridge Universitesi , yillardir dunya siralamasinda bir numarayi kimseye birakmiyor. Gozumde o kadar utopik ki bir ogrenci gormek istiyorum. Ama nafile. Bir  Ingiliz arkadasimin  yorumu ilginc gelmisti. “Oralarda okumak istemezdim. Ogrencileri ya  asiri basarili , ya da asiri aristokrat insanlardir. Insan kendini yalniz hisseder” diyordu. Bu boyutunu dusunmemistim.
Okuldan cikarken duvardaki ilanlari inceledim. Cok da ilan yoktu ya. Bir tanesinde “ sinavlarin bitimini kutlamak asiri  ickisiz de olabilir, kalitenizi bozmadan kutlama yapiniz” gibi bir seydi. Ilginc geldi.
Dikkatimi ceken bir nokta ise her okulun bir Chapel’inin olmasi. Bizde son gunlerde epey tartistigimiz bu konunun  buralarda hic konu basligi olmamasi ne ilginc degil mi? Nasil yorumlanir acaba?
Iste Emanuel kolejin Chapel’i.


Chapel’in ikinci katindaki org ile calisan teyze. Kulustur merdivenlerden yukari cikinca karsima cikti. Ikimiz de birbirimizi gorunce sasirdik.
Emanuel Koleji sonrasi, sehrin icinden siyrilip,yuruyusume sehrin etrafini ceviren yolda devam ediyorum. Cambridge’in icersinden akan “Cam” nehri boyunca manzara muhtesem.  Isterseniz kano turu ile de sehir gezilebiliyor.

Kanolarin suzulusune bakinca aklima Oxford ve Cambridge Universiteleri arasindaki kurek yarislari geliyor. Demek buralarda oluyor diyorum.
Tum kolejler inanilmaz guzel bahceler icersinde.



Bazilari da nehir kiyisinda. Bahceler tablo gibi. Bir tane cop, bir tane sari yaprak yok.

Sehrin etrafini cevreleyen kolejler bolgesini bitirdikten sonra aksam olmustu. Tekra sehre dondum. Bu yolda da inanilmaz guzel seyler kesfettim.
Binalarin mimarisi inanilmaz. Sehrin icerisinde de hep boyle binalar arasi pasajlar verilmis.

Bu binadaki ilginclik dikaatinizi cekti mi?

Sehrin tarihi dokusu ile uyumlu dukkanlar cok estetik ve sevimliydiler.


Biraz da magazin.


Entel koyun copu bile entel.

Gayet modern bir yuzme havuzu da var. Kaan’lar kullanmis memnun kalmislar.

Bu arada ne yazik ki donus treninin vakti gelmisti. 7-8 saatlik  bir gezi ile Cambridge'i ancak fikir olusturabilecek sekilde tamamiyla yayan gezebilmistim. Ayrilirken cok hos duygular icersindeydim. Hatiralarima, bir kere daha gelmeyi isteyecegim yerlerden biri olarak kaydettim.