17/01/2015
Bölüm;3 VUSLAT
Şoför Pakistanlıyım dedi ama bende zerre kadar eyvah duygusu
uyandırmadı. Sonuçta şirketin adamı ve gayet de düzgün bir adama benziyordu.
Yol boyunca epey sohbet ettik. Ben yine her zamanki gibi
Suud’da yaşam ile ilgili sorularımı sordum. ‘’Kaçırılma olmaz’’ dedi. Gittiğimiz yola
baktım o kadar işlek bir yol ki hele akşam trafiği insan kaçırmak için epeyce
kalabalık geldi. Karmaşık ve yoğun trafikte en dikkatimi çeken kadın şoförlerin
olmayışı. İnsana eksiklik duygusu veriyor.
Heyecanla kontrol noktasından geçmemizi bekliyorum. Bir
şehre sadece bir dine mensup insanların girebilmesi çok ilgimi çekiyor.
Dünya’da başka böyle bir şehir var mıdır? Bilmiyorum.
Şoföre, ‘’yaklaşırken söyle de fotoğraf çekeyim’, dedim. O
da beni uyardı çekin ama gizli çekin lütfen problem olur.
Yaklaşık 1,5 saat sonra hazırlanmamı söyledi. Zaten yola
sürekli check point’e kalan mesafeyi gösterir tabelalar koymuşlar. Kontrol
noktasına gelmeden yoldan bir ayrım var. Bu Müslüman olmayanların şehre girmeyen,
ancak şehrin etrafını saran yolları. Bu ayrımı geçtikten hemen sonra kontrol
noktasına ulaşıyoruz. Bu noktayı 7-8
şeritli otoban girişi diye düşünebilirsiniz. Girişte ben sadece 2 asker gördüm.
Trafik o kadar yoğun ki tek tek kontrol
yapmaları mümkün değil.
Tabiki Müslüman olmayan birini girişte yakalarlarsa ne olur
diye sordum. Şoför pek iyi olmaz dedi.
İşte Mekke girişindeki Kontrol noktasının fotoğrafları.
Önce bir normal, sonra da üzerinde Kur’anı simgeleyen iki
kemerin altından geçerek kontrol noktasına ulaşılıyor.
Polis geçerken bakmadı sakince geçtik. Geçerken
yavaşlanmıyor bile.
Yol boyunca şehre yaklaştıkça görkemli bir saat kulesi
görülüyor. Ben de tabiî ki resmini çekmek için uğraşıyorum. Ne bilirdim ki bu
Kabe’nin yanına yapılan ve uzun yıllar spekülasyon olan ZemZem Tower’ın
tepesindeki saat kulesiymiş ve zaten ben her gün onun da altında herkes gibi
tavaf edecekmişim. Zaten araba hareketli olunca da çektiğim resimler pek bir
işe yaramadı.
Ulaştığımız akşam vaktinde şehir trafiği yoğun ve keşmekeş.
Hiçbir düzen yok. Herkes birbirinin üzerine araba sürüyor. Hindistan gibi. Tam
eyvah şimdi çarpacağız dediğimiz anda herkes gayet sakin bir şekilde yoluna
devam ediyor. Türkiye’de olsa tam kavgalık olaylar.
Şehir gayet eski görünümde. Bir de acayip bir kayalık.
Binalar çoğunluk eski. Diyelim yeni bir bina var yanında inanılmaz bir kayalık.
Hem de şehrin merkezinde. Demek bu binaları da o kayaları yok ederek yapmışlar
diye düşünüyor insan. Kimbilir ne kadar uğraşılmıştır böyle kayalık bir yere ev
yapmak için alan yaratmak. Kahverengi devasa 7-8 katlı apartman yüksekliğinde
kayalar.
Başladık annemin oteli aramaya. O kadar para aldınız,
önceden şu otelin yerini bir araştırsanıza. Hem de otel oldukça merkezi bir
yerdeymiş. Epey bir dolandıktan sonra şoför başka tarafa gidecekken ben gördüm
de çevirttim. Yoksa daha çok arayacaktık.
Nasıl heyecanlıyım. Bir baktım Minik kuşum (annem) kapıda
beni bekliyor. O kadar söyledim sakın dışarıda bekleme diye ama… Vatandan uzak
hem de kutsal topraklarda olunca Vuslat’ın da tadı başka oluyormuş.
Otel dıştan gayet düzgün görünüyor ancak içeriye
girdiğinizde tipik Arap dekorasyon anlayışı yüzünüze ‘’şaaaaap’’ diye vuruyor.
Mobilyanın en caf caf’lısı. Hani üzerinde o kadar çok desen olunca oturanı
göremiyebileceğiniz cinsten. Allah’tan Katar’a geldiğimiz ilk günlerde ev ve
eşya ararken ilk çarpılmayı yaşamıştım da idmanlıyım. Yoksa kesin Migren
ağrısını tetikleyebilir.;)))
Odamıza çıktık hemen. Odada ikinci bir şok. Tabiki odalar
bizim alıştığımız otel odaları standardından farklı. Aslında odalarda tv.,
buzdolabı var. Ancak temizlik yok.
İlk anda annemi de alıp, orayı hemen terk etmeyi düşündüm.
Ama nereye gider akşamın o saatinde nerede yer bulabilirdim. Bu annemi de
tedirgin ederdi ki bu beni de çok üzerdi. Kendi kendime dedim ki sen buraya
dünya nimetlerinden uzaklaşmak için geldin. İşte sabır göster ve kendini sına.
Aslında otel tipik Arap standardı. Sonradan tanıştığımız, Diyanet
İşleri aracılığı ile gelenlerden, kaldıkları otelde bizden daha mutsuzlardı.
Hem temizlik hem de sıcak su sorunu yaşıyorlardı. Allahtan bizim otelimizde
sıcak su sorunu yoktu. Bir de otelimiz Kabe’ye çok yakındı. 15 dakikada Kabe’de
olunabiliyordu. Diyanetin oteli epey uzakmış.
Aslında annemler, ilk geldiklerinde anlaştıkları üzere
yepyeni bir otele yerleşmişler. Hatta ilk müşterileri de annemlermiş. Yemek
yemişler, tam yerleşmek için bavullarını açacakları sırada bir haber yandaki
inşaat nedeniyle üç gün su kesintisi var, oteli boşaltıyoruz. Bu kaldıkları
otele işte bu sıra dışı olay nedeniyle gelmişler. Tabiî ki üç gün sonra niye
geri dönmemişler bunu bilen yok. Grupta Müşteri şikayeti bilinci hiç yok. Her
şey Allah’tan deyip kabul ediliyor.
Yemekler tabldot. Örnek menü,; çorba, kuru fasulye, pilav,
hoşaf, salata. Ben yemekleri beğendim ve midem hiç rahatsz olmadı. Zaten burada
amaç az yemek, bol ibadet olmalı.
Kabe’nin etrafını çevreleyen Hilton, Mövenpick gibi 5
yıldızlı otelleri, Zem Zem Tower gibi devremülkleri Kabe manzarası diyerek satıyorlar. Ancak,
Kabe’yi görmeye gittiğimde irkildim. Kabe ile yan yana hiç hoş durmamışlar.
Ortamın tüm mistik havasını bozmuşlar. Zaten Suud’ların bu binaların
yapılmasına izin vermeleri tüm dünya Müslümanlarının tepkisini çok çekmiş.
Kabe’ye tepeden bakan ultra lüks binalar. Buraya gelenler gayet konforlu
odalarda yaşayıp, pencerelerinden Kabe’yi tepeden görüp, açık büfelerde tıka
basa yemek ve israf içersinde kalıyorlar. Bu İslam’ın mantığına ters değimlidir?
Burada insanlar ihram’ı neden giyiyorlar? ‘’Allah’ım sana tüm maddi
değerlerimden arınmış, tıpkı ölüme gider gibi geldim demek için değil mi?
Bu otellerin yıkılacağı söylentisi halen dillerde. Bu
saatten sonra çok zor. Onları yaptıran kimler, ülkeyi yöneten kimler?
İlk şokumu gören ve beni çok iyi tanıyan annem hadi gel
Kabe’ye gidelim, sana göstereyim, ziyaretimizi yapalım deyince odadan
uzaklaşabilmek için sevinçle kabul ettim. Ama içimden de bu saatte mi diyorum.
Saat akşam 9 civarı sanırım.
Hemen aşağıya indik. Otelin önünde Otel ile Kabe arasında
ring yapan eski püskü otobüsler koymuşlar. Bilmiyorum sadece Türk şirketleri mi
bu servisi yapıyor. Ancak 24 saat boyunca bu servisi yapıyorlar. Büyük hizmet.
Bu servisi veren tüm Türk şirketlerine ait otobüsler Kabe’nin önünde aynı yerde
yan yana bekliyorlar. Böylece insanlar istedikleri saat Kabe’ye gidip
geliyorlar. Bu aşağıdaki resim de görülmekte. Her otobüste bağlı oldukları
şirketlerinin adı var ve belli park yerleri var. Park yerlerinde de şirketlerin
flamaları. Her şey yaşlı insanların kolaylıkla öğreneceği şekilde düzenlenmiş.
Sonradan bu servisin ne kadar büyük bir kolaylık olduğunu
görecektim. Burada insanlar normal zaman kavramından uzaklaşıp, yemek, uyku,
ibadet üçlüsü içersinde yaşadığı için gece gündüz kavramı olmadan ellerinden geldiğince
ibadet etmeleri için düzenlenmiş. Çok başarılı.
Annemle biz de bu meydanda indik. Heyecanlıyım. Gecenin o
saatinde etraf hıncahınç dolu. Hani derler ya her cins, dil, ırk Müslümanlar
burada. Erkekler genelde ihramda ama kadınların kıyafetleri geniş bir spektrum
oluşturuyor.
Etraf inanılmaz inşaat. Kule vinçlerden her tarafı kaplamış.
Bir de Mühendisinden, işçisine baretli teknik eleman. (inşaatları gösterebilmek
için ertesi gün çektiğim fotografı koyuyorum.)
İnanılmaz bir karmaşa. İçeri doğru ilerledikçe resmen
inşaatların içerisinden geçiyoruz. Her ne kadar süpürülüyor olsa da etraf toz,
toprak. Kalabalık bir yandan. Kendi kendime ay ben böyle karmaşık bir yerde hiç
konsantre olup da ibadet edemem, hedeflediğim spirütüel boyuta da ulaşamam
diyorum.
Ama yine de anneme Kabe’ye yaklaşınca önceden bana haber ver
kendimi hazırlamak istiyorum diyorum.
Ben her adımda şimdi karşıma çıkacak diye düşünürken, annem yolun
epeyce uzun olduğunu ve henüz gelmediğimiz söylüyor.
Annem ile el ele ve çok heyecanlıyız. Bu heyecandan sanırım koşarcasına
ilerliyoruz. O an o anne, ben küçük çocuk. O yine bana yol gösteriyor,
öğretiyor. Sevgiyle.
Yol boyunca acaba aniden karşıma çıkıverecek mi? Yoksa bu
kadar yüksek binalar ile çevriliyken görmem imkansız mı diyorum. Hem etrafa
bakıp görmek istiyorum hem de görme anım özel olsun istiyorum.
Kabe kompleksinin içerisine Safa ve Merve tepelerini de
almışlar. Yani eskiden açıkta yapılan bu Sa’y işi şimdi kapalı ve
havalandırmalı bir ortamda yapılıyor. Bu komplekse girerken ayakkabılar
çıkartılıyor. Herkesin sırtında minik bir çantası. Ayakkabılar çıkartılıp içine
konulurken içerisinden içerde giyilecek babetler çıkartılıp, giyiliyor.
Kabe’ye Merve tarafından giriyoruz. Herkes sa’y yapıyor.
Yani Safa ile Merve tepeleri arasında 7 defa gidip geliyor. Müthiş kalabalık.
Buraları daha sonra sizlere anlatacağım. Şimdi yaşadığım heyecanı dağıtmak istemiyorum.
Bu yolu da geçip biraz ilerledikten sonra, annem beni
kalbimden vuracak şekilde az sonra Kabe ile karşılaşacaksın. Şimdi senden
gözlerini kapatmanı istiyorum dedi. Ancak bu kadar güzel hazırlayabilirdi beni.
Gözlerimi kapattım. Annem elimden tutuyor ve birlikte 10
basamak kadar merdiven çıkıyor sonra iniyoruz. Köprü gibi bir şey geçtik
sanırım. En sonunda bir korkuluğa dayanıyoruz. Şimdi gözlerini açabilirsin
dedi. Yavaşça gözlerimi açtım. Yaklaşık 20metre ötemde tüm yalınlığı ile
duruyordu. Sadece hiç planlamadığım halde gözlerimden yaşların aktığını ve tam
o anda telefonumun çaldığını hatırlıyorum.
Arayan Kemal’di. Tüm o duygularımı sıcağı sıcağına onunla paylaşmak da
ayrı bir mutluluktu. Gecenin ikinci Vuslat’ına ermiştim.
2 comments:
sevgili nese 3 lu serini bir solukta ve zevkle okudum.hem anlatim guzelliginden hemde ince espri anlayisindan keyif aldim. tesekkur eder annene saygilarimi kemal hocama sevgilerimi iletmeni rica ederim
baris emek ergin
Neşe abla şu an o kadar duygulandım ki kendin gitmiş kadar oldum. Allah umreni kabul etsin, hac da nasibetsin inşallah. Sevgilerle.
Post a Comment