Friday 23 January 2015

KUTSAL YERLERE ZİYARET SEVR DAĞI - HAC

Tavaf yaptık, Umre yaptık, dualarımızı ibadetlerimizi yaptık. Allah kabul etsin.

 Ancak, keşfedecek daha çok yer olduğunu biliyorum. Öncelikle Hac sırasında ziyaret edilen yerleri görmek istiyorum. Annem'ler, buraları benden önce görmüşler. Çok şanslıyım, çünkü oda arkadaşımız Emine Hanım yıllardır bu tur ile gidip geldiği için bize her türlü yolu gösteriyor. İstersem benim  için, kendisinin Hoca ile görüşüp böyle bir organizasyon yapmasını rica edebileceğini belirtince çok sevindim.  Ancak sürekli bir aksilik çıkıyor ve Hoca ile organizasyon için görüşülemiyor. Sadece bir boş günüm var. Onu da en etkin şekilde geçirmek istediğim için Emine Hanım’ı sürekli sıkıştırıyorum.
Sesim duyuldu sanırım. Akşam otelimizin vintage;))) döşenmiş lobisinden geçerken bir baktım bir gezi organize ediliyor. Sabah 03;00’de yola çıkılarak Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye Hicret’i sırasında düşmanlardan saklandığı Sevr dağındaki mağaraya ziyaret planlıyorlarmış. Hikaye bilinir, Peygamberimiz  düşmanlardan kaçarken bu mağaraya sığınıyor ve mağaranın ağzına  örümcek  ağ örüp,  kuş da yuva kurup düşmanlara orada olamaz mesajı vererek hayatını kurtarıyorlar.
Hemen neden 03;00 diye sordum. Gündüzleri çok ziyaretçi oluyormuş. Dar ve dik bir yoldan tırmanışın sakin olup kimseler gelmeden bitirilmesi için dediler. Tamam ben de katılıyorum dedim. Söylenene göre yaklaşık 40 dakikalık bir tırmanış varmış. Üçte yola çıkarsak ziyaretimizi tamamlayıp sabah  8 gibi otelde olabiliriz dedi Hoca.
O arada, yaşı baya ileri, dişsiz, hatta bir değil iki ayağı çukurda gibi duran nine tutturdu ben de geleyim diye. Kıyamam nasıl gelmek istiyor. 4 kişilik aile gelmişler, oğlu, gelini, kızı. Onlar anne sen yapamazsın dedikçe o Hocamızın gözlerinin içine bakıp olur almak istiyor. Ama Hoca’da çok zor ninem diyor. Nine’ye o kadar kıyamadım ki bir ara ‘’ah nine gel ben seni taşırım’’ demek geldi içimden. Tabi ki yeni tanışıyoruz bu insanlarla. Kendimi tuttum bir şey diyemedim. Sonradan hatırladım bu nine bir gece önce Umre’yi gelininin ittiği tekerlekli sandalyede yapmıştı. Hatta oğlu,kızı dururken hep arabayı gelinlerinin itmesi çok ilginç gelmişti. Nine yine geline güveniyor sanırım.

Ben bir taraftan da Hocamız’a Hac yerleri ne zaman görebileceğim diye soruyorum. En sonunda sabah erkenden bu geziyi bitirip geldikten sonra dinlenip öğleden sonra da o geziyi yaparız dedi. Keyfime diyecek yok. Bir derken iki gezi birden ayarlamış oldum. Bu keyifle yukarıya çıktım.

Bu performans isteyen bir etkinlik olduğu için annemin gelmemesine karar verdik. Emine Hanım da önceden görmüş. Dolayısı ile bizim odadan bir tek ben katılacağım. Yan odada benim yaşımda bir arkadaş var onunla gitmeye karar verdik. Biz böyle daha heyecanla yaptığımız programı anlatırken kapımız çaldı. Baktık Hocamız. Hava rüzgarlıymış, dağa çıkarken zorlanılır, sabah 06;30 da çıkacağız dedi. Hem sevindik, hem üzüldük.

Sabah 06;30 da kahvaltımız yapmış olarak aşağıda bekliyorduk. 

İnanılacak gibi değil o saatte tespih, yüzük, ıvır zıvır şeyler sermiş bir satıcı otelin önünde satış yapıyor. Herkeste bir ilgi bir alaka. Ucuz ve basit şeyler.
İşte buralara gelenlerin ibadet sonrası en büyük ilgisi bu alışveriş. Satıcıların hemen hepsi Türkçe bilir olmuş ve Türkleri çok zengin sanıyorlar. Bizimkiler öğrenmişler ‘’İkram’’ deyince başlıyor pazarlıklar. Sınırlı bütçeleri olsa bile Hac’dan Umre’den gelenler biliyorsunuz eli kolu dolu dönerler ve mümkün olduğunca herkese ufak tefek de olsa bir hediye getirirler. Artık gezinin son günleri olduğu için herkes özlemle daha da bir alışveriş yapıyor.
Benim sürem çok kısıtlı olduğu ve gördüğüm şeyleri de beğenmediğimden hiçbir şey alamadım. Hiçbir şekilde alışveriş moduna da giremedim. Oysaki otelde kim ne alırsa muhakkak bir gösteriyor ama alınanlardan hiç motive olamadım.
Aslında Suudi Arabistan bu satılan ürünlerin hiç birisi üretilmiyor. Çin, Türkiye gibi ülkelerden geliyor. Düşündüm, düşündüm buraya ait ne anlamlı olabilir diye hiçbir şey aklıma gelmedi. Bir tek Mekke Hurması belki. Ama o da kaliteli bir hurma değil. Diğer her şey dışarıdan.  Körfez ülkelerinde vergi olmadığı için elektronik almak mantıklı. Cep telefonu alanlar vardı. Suud, Katar’dan daha ucuz bir ülke.

Neyse, bu satıcı herkesi baya oyaladı. Ben de onlara uzaktan bakıyorum. Bir baktık saat 7 olmuş hala hoca yok. Ve kimsenin de sızlandığı yok. Dedim ki beyler Hoca’yı bir arasanız. Aralarında epey bir düşünüp tartışıp en sonunda birisinin aramasına karar verdiler.  Arayacak kişi kısa çubuk’u çekmiş gibi davranıyor. Nasıl çekinerek arıyor. Hoca kapattı telefonu. Hah geliyor herhalde dedik. Yine bekle bekle yok. Bu arada bizi götürecek şoför de sızlanmaya başladı. Bizi bıraktıktan sonra başka işi varmış gitmesi gerekiyormuş. Bu kez dedik birisi gitsin Hoca’nın odasının kapısını çalsın bari. Yine ayy kim yapsınlar filan derken birisi gitti. Hoca hala uyuyormuş. ‘’Ey hoca sabah namazı kılmadın mı yoksa’’ demek geldi içimden.  Hocamız tam 1 saat sonra  saat 7;30’da aşağıya teşrif ettiler. Hali yataktan fırlayıp gelmiş gibi. Gömlekler sarkmış, saç baş dağınık. O kadar kaşarlı bir tip ki bize hiçbir açıklamada bulunmadı, geciktiği için özür de dilemedi en ilginci de kimse ona kızmadı. Ben söylerdim de şimdi zaten misafir olunca sesimi çıkartmadım. İçimden milletimiz ne ara böyle koyun olmuş dedim. Sonra hatırladım ne ara olduklarını.
Bu arada şoför beklemeyip gitmişti. Yeni araba bulunması gerekiyordu. Bu da 1 saat aldı ve sonunda 06;30’da yola çıkmaya hazırlanırken tam 2 saat sonra 08;30’da yola çıkabildik.

Yol yaklaşık yarım saat 40 dakika sürüyor.

İndik hemen başladık tırmanmaya. Üşürsem diye yanıma aldığım şeyler sırt çantama koymuştum. Yaklaşık 6 kg. ağırlığında. Taktım sırtıma, bir taraftan fotoğraf çekiyorum, bir taraftan etrafı inceliyorum. Bu arada üzerimde Abhaya var. Alışık değilim ayaklarıma takılıyor ve eşarbım kayıyor ve yine isyankar saçlarım. Yol inanılmaz taşlık ve zaman zaman da çok dik. Bu kadarını tahmin bile edemezdim.





Yol boyunca Şalvar Kamiz (pakistanlıların geleneksel kıyafetleri) içerisinde  para isteyenler, ıvır zıvır satış yapanlar panayır yeri gibi. Arada gurup halinde ilahiler söyleyenlere rastlıyoruz. Resmen konser veriyor gibiler. Pakistanlılar bu tırmanışı tam bir coşkuyla yapıyorlar. Hazırlanarak gelmişler.

 En dikkat çekici şey Türkler ve Pakistan’lıların çoğunluğu oluşturmasıydı. Hocamız, Türkler ve Pakistan’lılar çoğunlukla Hanefi mezhebindendir ve Hanefi’lerde  Peygamber sevgisi çok fazladır diye açıkladı. Hiçbir fikrim yok.

Biz çıkarken inenlere daha ne kadar var diye sordukça onlar yarı yol deyip duruyorlar. Bizim 40 dakikalık tırmanma oldu 2 saat. Artık ağlayacak duruma gelmiştim. Ayaklarım beni taşımıyordu. Al sana macera dedim. Hoca sürekli çantanızı taşıyayım diyor sağolsun. Direndim ancak sona doğru vermek zorunda kaldım.
Nine’yi düşündüm. Ya ‘’gelsin hep beraber çıkartırız’’ filan deseydim. Gelse ya o ya da biz son nefesini bu yolda verirdi sanırım.
Neyse sanırım iki saat sonra tepeye vardık. Tam 1650 metre. Biz ne kadarını tırmandık acaba?

O bölgenin hemen hemen en yüksek noktası olabilir. Tüm Mekke görünüyor. Karşıda ZemZem Tower, onun önünde Kabe ama çukurda kaldığı ve önünde ZemZem Tower olduğu için görünmüyor , sağ tarafta ilk vahiy’in geldiği Nur Dağı. Orayı ziyaret etmek kısmet olmadı.

Uzaktan görünen ZemZem Tower. Kabe arkasında kalmış görünmüyor.Etrafı Mekke.




nur dağı
 Nur dağı sağ en arkadakı dağında arkasından minicik bir tepe olarak görünüyor.


 Nur dağı küçük bir tepe olarak bu kez sol üstte görülüyor.

Tepe tam panayır yeri. Bu arada tepedekiler yorulmuşluğun verdiği rehavetle yere serilen pis halılara oturmuşlar. Kediler var. Nasıl tırmanmışlarsa onca yolu?


 Yanda küçük bir kafeterya bile var. 



Etraf çok pis. Herkes yediği içtiğinin ambalajını atmış ortalığa.
Temizlik imandan gelir sözü burada bilinmiyor sanırım. Oysaki burası İslamiyet’te önemli bir yer niye burayı bakımlı ve temiz hale getirmiyorlar?  Oysaki Suud’luların buralara bakacak güçleri var. Yolda bizden ‘’Turkıya’’ deyip para isteyen kişilerin görevi burada yol ve  temizlik yapmakmış. Genelde yine Pakistan’lılar. Devlet bunlara burada yaşaması için izin veriyormuş ama maaş vermiyormuş. Devlet’in burada bir kontrolü  varmış izlenimi edinmedim. Bu insanlar da bu pislik içinde koşulları hiç değiştirmeden ziyaretçilerin verdiği 3-5 kuruş ile yaşıyorlar.
Kendimi Afganistan’da gibi hissettim. İnsanların hali üzücüydü.

En sonunda Mağara’nın önündeyiz.




Küçücük Mağara’ya giren her Pakistan’lı hemen yeri öpüp namaz  kılmaya  sonra da hep birlikte küçücük mağaranın içinde gurup olarak ilahilere başlıyorlar. Böyle olunca da mağaranın önünde  kuyruk oluşmaya başladı. Hocamız başladı ‘’Yallah ya Haci, Yallah ya Haci’’deyip isyan etmeye. Giren Pakistan’lılar bir türlü çıkmak bilemediler. Neyse, en sonunda içeriye fırsat bulup bakabildim.  İçerisi yaklaşık 2m2 civarındadır sanırım. Yere bir tane eski püski bir halı koymuşlar ayakaltı. Giren kendini halıya atıp yeri öpüp namaz kılıyor. O pis halının üzerinde. Mağara'nın arkada küçük bir de çıkışı var. 
Namaz işi dışarıda da devam ediyor. Başlarına bir imam koyup Pakistanlılar tepede güzel bir noktada namaz kılıyorlar. Bu görüntü manzara ile birleşince etkileyiciydi.

Baktık bizim Hoca’da içerden çıkmıyor. İlahilere katılmış. İçerde baya yoğun bir coşku var.  Artık yarım saati geçince yine ben Hoca’ya ‘’Bir de bunun inişi var’’ diye seslendim.  Kendisinde gurup başkanı olmanın bir sorumluluğu yok gibi. Hoca epey bir süre sonra dışarı çıktı ve bizi etrafına topladı başladı göç yolculuğunu anlatmaya. Anlatırken zaman kipi mi denir onları biraz karıştırıyor. Ama herkes pür dikkat dinliyor. Bir ara ''kendisi gibi hoca olanların özel insanlar olduklarını ve bunların topluma örnek davranışlarda bulunması gerektiğini'' söyledi. O anda sabahki geç kalışı ve hiçbir özür yada açıklama yapmaması geldi aklıma. Ne kadar alçakgönüllü dedim. Zaten daha öncede sanırım indirekt olarak ‘’Gavur İzmir’’ demek istemiş, annemi kızdırmış. Bunu bana açıklamaya çalışınca 
ben de  ’’ din adamlarının ayrıştırıcı değil birleştirici  olmaları gerektiğini ‘’söyleyince sustu.
Anlatılanları herkes dinliyor benden başka soru soran yok. Bu hikayeleri en son lise yıllarındaki din derslerinde dinlediğimi hatırladım.
Bu arada isteyen namaz kıldı, dua okudu. Türklerin ibadet edişleri oradaki insanlara göre daha zarif ve elit geldi. Duasını alıp kenara çekilip sessizce okuyor. Bağıra çağıra değil, savaşır gibi değil.

Konuşmalar ve ibadetler bitince dönüşe geçtik. Dönüş yolu da  yaklaşık 1-1,5 saat sürmüştür. 

Dönüşte de dizlere çok yük biniyor. İndiğimizde üstümüz başımız toz toprak içinde ve hepimiz felçli gibiydik. Herkesten farklı olarak dağılan saçları ve eşarbımla en savaştan çıkmış gibi görünen bendim sanırım. Başını hep örten bayanların eşarplarında milim oynama yoktu. 

Ertesi gün kesinlikle adıma atamayacak haldeydim. Allah’tan evdeydim.  Geçmesi tam bir hafta sürdü.

Aşağıda dönüş için grubun toparlanmasını beklerken Hintli yaşlı iki kadın benimle sohbet etmek istediler. Ortak bir dilimiz olmadığı için tabi ki sohbete doyum olmadı. Fakat Teyzem sanki benim ana dilim Urdu gibi bana sürekli aynı soruyu soruyor. Epey bir süre onların guruptan İngilizce bilen genç bir kız tercüme etti. Soru çok ilginç ‘’vize almak için kaç para verdiğimi ‘’soruyormuş. Soru baştan çok ilginç gelse de sonradan düşününce anladım. Belki ömrü boyunca damla damla biriktirdiği paralarla buraya gelmiş olmalı ki o vize parası ona çok dokunmuş. Bir de Hintli, Pakistanlılara karşı vize verirken çok zorluk çıkartıyorlar. Hep limitler var.
Benden içtiğim suyu istedi. Hem de yarısına kadar içtiğim suyu.
İnsanlar işte bu istek, arzu ve zorluklarla, tüm hayatları boyunca hayal ederek buraya geliyorlar diye düşündüm.

Otele vardığımızda saat öğleden sonra 3’e geliyordu. Daha Hac yerlerini ziyaret edecektik.
Emine Hanım bizi çok merak ettiğini artık tedirgin olmaya başladığını söyledi.

Hemen kısa bir hazırlıktan sonra  aşağı indik. Ben, annem, Emine hanım ve değerli Hocamız. Bir taksi kiralayıp başladık gezmeye.

Hac alanları Mekke’nin 20-30km. kadar dışında yer alıyor. Sanki Kabe’nin etrafında bir Mekke var, bir de Hac zamanı yaşanan başka bir Mekke var. Bizim ziyaret vaktimiz Hac vaktinin dışında olduğu için her tarafta terk edilmişlik ve hüzün var.  Ne kadar büyük alanlar. Hac sırasında yürünerek kat edilen km.lerce yol.  Anlıyoruz ki Hac çok performans isteyen bir olay. Sıcak, kalabalık. Nefsi kontrol edebilerek bu zorluklara sabır ve hoşgörü ile yaklaşmak için tam bir sınav. Bu aslında inancın, adanmışlığın, ölüme hazır gibi teslim olabilmenin sınavı. 

Şimdi sizleri Hac yerlerinden çekitiğim fotoğraflarla başbaşa bırakıyorum.

Adem İle Havva'nın Arafat'ta buluştukları küçük tepe Müzdelife ve tam buluştukları noktadaki anıt sütun.



Mina, Kurban kesilen yer. Hac sırasında bir gece burada çadırlarda kalınıyormuş. 
Çadırlar artık klimalı.


Ve şeytan taşlanan bölge. Şeytan taşlama resmin üst sol ortasında görülen üç silindirik kuleden yapılıyor.Üç silindirik bina 3 şeytanı temsil ediyor.

9 comments:

Unknown said...

Neşeciğim harikasın,tüm yazdıklarını büyük bir keyifle okudum. Gözlemlerin ve bilgilendirme yeteneğine bayıldım...Tabi sabrına da...
Çok teşekkür ederim, sevgilerimle...
Nurten

neş' said...

Çok teşekkürler. Demek Allah sabrını veriyor.:)))

Anonymous said...

Neşe'ciğim, sabrına hayran kaldım. Ben başaramazdım sanırım.

Sen artık öğrendiğine göre bize rehberlik yaparsın. Hoca'dan yardıma ihtiyacımız olmaz. Böylece günaha
da girmeyiz:)

ZEYNEP said...

Neşe ablacım çok güzel anlatmışsın gerçekten. Insan Müslümanların halini görünce üzülüyor. Inşallah daha iyi olur. Kolaylaştırma Duası bence işe yaramış:)
Sevgiler.

Unknown said...

Ayibi gunahi kadin olmuş bir dinin mensubu olmak içimi acitiyor..:(

Unknown said...
This comment has been removed by the author.
Unknown said...

Neşe teyzecim her yazdığını tek solukta bitiriyorum. Bu umre hatıralarınıda büyük bir heyecan ve duguyla okudum. Yine harika bir şekilde bizle anılarını paylaşmışsın. Allah ziyaretini kabul etsin
Sevgiler...

Anonymous said...

Cok buyuk keyifle okudum yazdiklarini

neş' said...

Yorum yazan kişiler lütfen isimlerini de bırakabilirlerse çok mutlu olurum.