Tuesday 7 January 2020

AACHEN altın üçgenin kenarında…




Aachen veya Aachen Bad, Aachen banyoları ,diye çevrilen Almanya’nın Aachen şehri, Almanya, Hollanda ve Belçika sınırında, hatta Lüksemburg’a da ayni uzaklıkta, Almanya’nın en batıda yer alan ve nüfusu 245.000 civarında, bizlere göre minicik ve sevimli bir şehir. Almanya’nın Kuzey Ren Westfalia veya uluslararası adıyla Nord Rhen Westfalen eyaletine bağlı. Ayni eyalette Köln ve Duesseldorf gibi büyük şehirler de bulunuyor.


Dünya sıralamasında ilk sıralarda yer alan RWTH ve yine ülke sıralamasında ilk sıralardaki Fh Aachen üniversiteleri sayesinde oldukça genç bir nüfusa sahip.
Aachen şehri aynı zamanda şifalı kaplıca suları ile orta çağdan beri sayfiye yeri olarak kullanıldığı için de gençler kadar yaşlısı da çok.  Burası emekli hayati geçirmek için oldukça tercih edilen bir yer.

Şehir yürünerek gezilebilecek kadar küçük. Tarihi dokuyu hissedebilmek için önce Katedrale gidiyoruz. Tarihte kaybolmaya hazır mısınız?




Yılın festive zamanı. Christmas ve Yılbaşı öncesi yavaş yavaş pazar hazırlıkları başlamış.

Şehrin bu eski merkezinde her şey asli gibi korunmuş. Kendinizi orta çağ döneminde hissediyorsunuz. Burası tarihi açıdan çok önemli bir Merkez. Aachen, Şarlman tarafından kurulan ilk Avrupa İmparatorluğunun başkenti olmuş. Bildiğimiz adıyla Roma İmparatorluğu.
Katedral o donemde Şarlman Aziz Mary Katedrali olarak biliniyormuş.  Batı Avrupa’daki en büyük Katedral unvana sahip olan bu görkemli yapı Kralların taç giyme törenine ev sahipliği yapmış, 1531’e kadar 30 Kral Taç giymiş.
Yeri gelmişken de Sarlman’dan söz etmek gerekir. Tarihte Büyük Charles olarak bilinen, Kutsal Roma İmparatorluğunu 800 yılında kuran kişi. O sırada bölgede yasayan, Frank, Germen, Slav vs. gibi Avrupa’nın batısındaki Hristiyan halkları ilk kez birleştiren kişi.  Aachen’da bu İmparatorluğun Başkenti, Katedral ’de görkemi ile bu İmparatorluğun yüzü.
Günümüzde Dünya Kültür Mirası listesinde yer almakta.




Tarihi sokakları gezmeye başlıyorum. Her yer birbirinden güzel tarihi bina.



Güzel müzik sesi geliyor. Kafamı çevirdiğimde bir sokak müzisyeni. Avrupa’nın birbirinden yetenekli sokak müzisyenlerinden biri bugüne değin hiç görmediğim gitar ve mandolin arası ilginç bir müzik aleti ile yaptığı müziği dinlemek müthiş. Havanın soğuğuna inat sıcacık bir müzik ile ruhumu ısıtiyor.


Ruhumda bu özgün müziğin sıcaklığıyla yoluma devam ederken, yolda diğer bir sıcaklık beni selamlıyor. Ateşte kestane. Bayılırım. Hemen alıyorum. Tabili Kestaneci ile sohbet ederek. Seyahatlerde her sohbet çok öğretici olur. Kestanecimiz de bir gezgin ve entelektüel çıktı. Türkiye’yi, memleketimiz İzmir’i eski adi Smyrna olacak sekilde biliyor, Troya, Efes antik şehri, İstanbul’u gezmiş. Türkler hakkında da “nice people” demesi hoşuma gitti.



Yoluma devam ediyorum.
Yavaş yavaş dükkânlar yılbaşı hazırlığına başlamış. İnsanın içini ısıtan, hayata daha sıcak ve motive bakmamızı sağlayacak görüntülere hayran kalıyorum.




Bakery’ler tüm karbonhidrat diyetimi unutturuyor.



Ginger bread’in anavatanı burasıymış. Bilmiyordum.


Coven Müzesini görüp hemen içeri daldığımda bu çok şirin, minik müzedeki görevliler çok sevimliler. Sanki evlerine gitmişim gibi sohbet ederek karşılıyorlar. Türk olduğumu öğrenince, Türk bir ailenin yıllarca çocuklarına baktığını ve bu nedenle Türkleri yakından tanıma fırsati yakaladığını ve Türkleri çok sevdiklerini söylemesi beni benden alıyor. Çünkü, maalesef Almanya’da bu biraz zor duyulacak sözler.

Müze etnolojik bir müze. Orta çağdan günümüze ev eşyaları ve oyuncaklar var. Hem ortaçağı hem de 1950lere bakarken tv, müzik seti gibi teknolojik araçların ilk hallerini görmek çok hoş. Son 50 yılda Teknoloji nasıl ilerlemiş boyle diye duşundum. 70’lerdekileri ben de hatırlıyorum. Anılarım canlandı. Büyük bir heyecanla EGA (Eğitimde Gönüllü Aileler) topluluğunun bir üyesi olarak Türkiye’deki dağ başındaki öğrencilerime bol bol resim ve video çekip gönderıyorum. Videolarımın “Çocuklar”diye başlamasının nedeni de bu. Onlar hayatında müze, sokak sanatçısı, kilise, metro görmemiş çocuklar. Dağ köyünün birinde kasabaya gitmek bile özel bir şey onlar için. Gördüğüm, onlara ilginç gelecek her şeyi anında gönderiyorum. Anında onlar da sınıflarında izleyip gezime eşlik ediyorlar. Yasasın What’s up kardeşliği.






Yürürken birbirinden ilginç ürünlü dükkânlar. İşte bir içki dükkânı. Her şeyin içkisini yapmışlar. Çok estetik sunuşları var.



Sokak heykelleri.




Devasa kitapçılar ve içerisinde kitap, kırtasiye, hediyelik ve hobi olarak aradığınız her şey. 3-4 katli. Yılbaşı heyecanı burayı da sarmış.

Yorulunca en çok yapmayı sevdiğim şey oturup bir kafede dinlenmek ve kahvenin yanında küçük tatlı atıştırmalıklar. Yılbaşı atıştırmalıkları hem de Aachen stili. Bayıldım. Damak tadıma uygun. Hafif likörlü, siyah çikolata ve marzipanli. Benden mutlusu yok.
Bu arada belirtmeliyim ki Aachen’a hatta Almanya’ya gittiğinizde internet almanıza hiç gerek yok. Merkezi sokaklar, uzun yol otobüsleri ve trenleri dahil her yerde ücretsiz internet. Bana sokakta da olması ilginç geldi. Zaten havaalanları ve kafelere alisigiz.

Aksam yavaş yavaş oluyor. Uğramak istediğim son bir yer daha kaldı. Aachen’a ismini veren Bad’lari yani Termal suları. Burası da şehrin merkezinde ve sade fakat görkemli bir mimari içerisinde sağlı sollu iki çeşme olarak akıyor.



İçilmez diye yazmışlar. Zaten, içerdiği Kükürdün bozulmuş yumurta gibi kokusu nedeniyle, içilecek gibi değil.
Bir dahaki ziyaretimde termal tesisleri de görmeliyim, hatta bir gün vakit geçirmeliyim, diye düşünüyorum.

Gittiğim şehirlerdeki her seviyeden okul ve Üniversite gezmeyi severim. Buradaki RWTH üniversitesini daha önce gezdiğim ve bu sefer vaktim olmadığı için gezemedim ama sizlere tavsiye ederim.

Aachen, hayallerimizin sakin, kültür dolu, entelektüel, şirin bir Avrupa şehri olacak kadar görmeye değer.

No comments: