Uzun
suredir merak ettiğim bir konuydu Ayurvedik Merkezler. Hint merkezli bu tedavi
yöntemi artık tüm dünyada çok yaygın. Bununla ilgili de dünya capinda bir
zincir var. Nerede hangi gun yapmak isterseniz size seçenek sunabiliyorlar.
Ben
de Sri Lanka’yı merak ettiğim için Sri Lanka ve 1 hafta olsun dedim ve böylece
yola çıktım. Hem de yalnız.
Ayurvedik
beslenme, yoga gibi konular, daha çok kadınların ilgisini çektiği için, burası
Solo seyahat eden kadınların çok tercih ettiği de bir yer olduğu yazılıyordu.
Sri
Lanka artık önemli Asya destinasyonlarından biri olmuş durumda. Dolaysı ile
Turizme yabancı değiller.
Ayrıca,
Sri Lanka için sinek, böcek aman dikkat diyen oldu. Aldım her türlü sinek kovarlar
yanıma korkusuzca çıktım yola.
Aşılarımı
da vardı. Nepal’e giderken yaptırmıştım.
Başka
da bir korku gelmedi aklıma.
Ama
her ne kadar korku gelmese de akılcı olup önlemlerimi aldım.
Öncelikle
Asya’ya gideceğiniz mevsimi bileceksiniz. Ekim ve Mart donemi. Ben de Ekim
sonunu ayarladım. İkincisi düzgün bir tesis bulmanız lazım ve toplu taşımacılık
bizim kültürümüzden çok farklı olduğu için her şeyi kalacağınız yer üzerinden yapmanız
lazım. En pahalı çözüm bu oluyor ama caniniz sıkılmaz. Garantilidir. Şoförü kapıda
bekler bulursunuz.
Yeri
gelmişken Sri Lanka vizesinden de bahsetmek isterim. Maalesef vize uygulanıyor
ama online başvuru ile kolaylıkla alınabiliyor. Hatta ben bir cumartesi akşamı başvurmuştum.
Hafta sonu olmasına rağmen yarim saat sonra vize geldi. 30$.
Ülkeye
girişte 25$ daha ödemeniz gerekiyor. Bir de minik bir form dolduruyorsunuz ama
forma bakan yok gibi. Parayı ver, geç usulü.
Sri
Lanka havaalanı çok ilginç içerisinde her türlü beyaz eşya satılıyor. Bugüne
değin hiçbir havaalanında beyaz eşya satıldığını görmemiştim.
Dışarı çıktığımda şoförüm, elinde adim yazılı
tabela ile, beni bekliyordu. Yaklaşık bir buçuk saat sürecek yolculuğumuz için
yola koyulduk.
Hava
sisli gibi ama 25-30 C arası. Başkent Colombodan çıktıktan sonra ortam yemyeşil
oldu.
Kalacağım
tesis, yeşilliklerin içinde ve yerleşim yerlerinden uzak. Etrafta oturanlar var
ama tek tük. Toplu taşıma ile gidilecek bir yer değil. Taksi tutup gitsem de bulması
zor olabilirdi iyi ki kalacağım yerden ulaşımı ayarladım diye düşünüyorum.
İçeriye
girdiğimde hosgeldiniz dedikten sonra tedavi paketlerini açıklıyorlar. Ben en
basiti diye karar vermiştim ama hem merkez yetkililerinin açıklamaları hem de o
sırada merkezde 1 haftalık tedaviyi bitiren Rus genç bir kızın önerileriyle tam
tedavi diye kararımı değiştiriyorum. Korkarak. Sadece meraktan.
Paket,
önce Ayurvedik doktor konsültasyonu ile başlayıp doktorun ihtiyaçlarınıza göre
size tedavi paketi önermesi ile devam ediyor. Her gün sabah da nasıl gidiyor
diye doktorunuz ile görüşüyorsunuz. Ayrıca, Ayurvedik masajlar var. Tabili
bununla da kalmıyorlar ve korkmama neden olan, anüsten girilerek bağırsakların,
burundan girilerek solunum yolunun da temizlenmesi gibi daha müdahaleci
işlemler de uyguluyorlar. Hem çekinerek hem de merak ederek kabul ediyorum. Bu
işlemler gerçekten cesaret ister. Hele boyle 3. Dünya ülkesinde yaptırılırsa. Basınıza
bir şey gelse nasıl müdahale edilir?
Kalacağım
tesis Koloniel donemde enfes bir mimari ile yapilmis bir evmiş aslında.
Yemyeşil bir doğa içinde. Sri Lanka zaten tahta
parçası dikseniz yemyeşil ağaç olur.
Bahçede envai çeşit hayvan börtü böcek kuş
dolu. Maymunlar, iguanalar ile iç içesiniz.
Evin
sahipleri Sri Lankalı ama uzun yıllardır İngiltere’de yaşıyorlarmış.
Torunlardan biri Kanser olmuş ve iyileşme yolunda araştırmaları onu Ayurvedik
tedaviye yönlendirmiş. Ülkesine geri dönmüş. Ayurvedik tedavi ile iyileşince de
bu tedavi imkânını Batılılara duyurmaya karar verip ailesinden kalan bu evi
Ayurvedik Merkez yapmaya karar vermiş. Tabiki bu işte çok da para olduğunu
görmüş olabilir. O sırada İngiltere’de olduğu için bu genç hanımla tanışma şansım
olmadı. Fakat kanser tedavisi için Norveç’ten gelen bir hanim ile taniştim. Çok
memnundu. Kendisi meslek sahibi, Dünya’yı takip eden biriydi. Burayı seçtiyse vardır
bir hikmeti deyip güvenim arttı. O da full paket almıştı. Ama sorunlarımız farklı
olunca uygulanan tedaviler de farklı oluyordu. Örneğin, sabahları aç karnına
Asya mutfağının vazgeçilmezi “Ghee” içiyordu. Ghee bizim sade yağ
diyebileceğimiz tereyağının suyunun da uçurulmuş olduğu en saf hali. Sadece tereyağı.
Tüm tip dalları bu yağın çok faydalı olduğunu söyler. Burada önemli olan aldığınız
gıdayı yakıt olarak düşünürseniz vücutta sindirildikten sonra, kötü atık bırakmaması.
Kısaca, vücuda toksin vermemesi. Bu tür yağlara örnek, avokado, zeytinyağı,
keten tohumu ve Hindistan cevizi yağları da sayılabilir.
Tesiste
günlük programlar yapılıyor. Güne saat 6:30daki sabah yogası ile başlıyoruz.
Aksam 5’te ikinci bir yoga seansı daha var. 1 hafta boyunca kalacağınız sürede Günlük
programınızı yaparak veriyorlar. Programda doktor konsültasyonu ve
tedavileriniz saat olarak yazılmış.
Kayıt
işlemlerini tamamladıktan sonra programımı alarak odama geçiyorum.
Güzel
bir karşılama yüzünüze gülümseme getiriyor.
Odanın
koşulları çok vasat. Temizlik kesinlikle bizim beklentilerimizi karşılamaz. Burası,
ödül almış bir tesis. Ama Welcome to Sri Lanka standartları.
Boyle
şeylere takılıp, buraya gelme amacınızı unutursanız hem tedaviden yeteri kadar yararlanamazsınız
hem de mutsuz olursunuz. Camlar, eskiden olduğu gibi incecik ve pervazlar tam oturmadığı
için içeriye her turlu börtü böcek girebilir. Buna da hazır olmak lazım. Ben
hem ruhsal hem de yanımda getirdiğim börtü böcek ilaçları ile tam hazırdım. Kısaca
bizim eski köy evleri gibi bir yer. Ana binadan da uzak etrafında gökleri delen
ağaçlar üzerinde maymunlar, sincaplar her turlu sürüngen, ucan kosan
hayvanlarla dolu patika yolla ulaşıyorsunuz.
Hava
hep yağmur yağacak gibi. Hatta çoğunlukla da yağıyor. Düşünün bu ülkenin kuru
mevsimi. Yaz ayları, yağışlı mevsimi hayal bile edemiyorum. Bir gece o kadar çok
yağdı, gök gürledi ki gökyüzü başımıza akacak diye düşündüm bir an. Etrafta
Paratoner var mı acaba da düşünmedim değil. Ama yapacak bir şey yok deyip düşüncelerimi
ani yaşamaya ve zevk almaya yönlendirmeyi seçtim.
Sabah
bir kalktım etraf mis. Pırıl pırıl bir gökyüzü. Hayat ta boyle değil mi? Her fırtına
sonrası, sakinlik; her fırtına öncesi sakinlik. Hiçbir şey kalıcı değil. Kalıcı
olması doğanın doğasına aykırı. Enerji ve doğanın düzenine, dengesine ters. Önemli
olan fırtınalara hazır olmak. Ruhsal ve bedensel. Tabiki elinizden geldiğince.
Gerisi akışa bırakmak. Kader diyebilirsiniz. Hayatla didişmemek. Her tersliğin
arkasından iyi şeyler gelebileceğine inanmak. Hayat, çoğunlukla çaba ve umut.
Madem
ruh ve beden sağlığı temelli bir yazı yazıyoruz mesaj yazmadan olmaz.
Aksam
yogasında herkes toplandı. Hocamız gençten bir İngiliz. Grupta kanser tedavisi
için gelen Norveçli, Suudi Arabistan’dan zayıflamaya gelen iki kız kardeş. Bu
iki ki kardeş çok ilginçlerdi. Suudi Arabistan’dan geldiklerini söylemeseler hiç
anlaşılmaz. Çok özgürler. 50’li yaşların başındalar gibi. İkisi de hiç evlenmemişler.
Ama ayrı evlerde yaşıyorlar ve iş, meslek sahibi kadınlar. Biri Finansçı, Müşterilerinin
yatırımlarını takip ediyormuş. Hem de erkek müşterilerinin. Dolayısı ile Dünya’daki
tüm yatırım türlerine hakimdi. Bir de tabiki Suudi Arabistan’da sadece İslami
yatırıma izin verildiği için farklılığını Müşterilerine farklı yatırım
seçenekleri sunarak koymuş. Diğer kız kardeş de bir hastanenin Müşteri ilişkilerinin
başında imiş. Ama şimdi emekliydi. Bu iki kız kardeş el ele bütün dünyayı
geziyorlar. Aklınıza gelecek her türlü uç geziyi yapmışlar. Suudi Arabistan
gibi Şeriat ile yönetilen ülkelerde bir kadının seyahat edebilmesi bekarsa babasının,
babası yoksa, kendinden küçük olsa bile, erkek kardeşinin evli ise esinin
iznine bağlıdır. Anlaşılan çok açık fikirli bir aileymiş. Anlattıkları
birbirine delicesine seven bağlı bir aile oldukları. Hatta aileye katılan
gelinleri bile kardeş gibi benimsedikleri. Ayrıca, ülkelerini çok seviyorlardı
ve oldukça özgür bir ülke olarak görüyorlardı. Katar’dan da hiç hoşlanmıyorlardı.
O sırada Gulf ülkeleri arasında Katar’a blokajın başladığı ve tırmandığı bir dönemdi.
Katar ile özgürlükleri ayni diye düşünüyorlardı. Her iki ülkede de bulunmuş
biri olarak içimden güldüm. En başta Suudi Arabistan’da namaz saati bütün dükkânlar
kapanır ve namaz kılmaya zorlarlar. Kılmazsanız bir yere saklanmanız gerekir.
Bu namaz kılmayana rahat vermemek için yapılmış bir uygulama.Ayrıca, tüm kadınlar
örtünmek zorunda, araba kullanamıyorlar (su aralar biraz biraz başlamakla
birlikte sadece belirli bölgelerde olduğu söyleniyor). Ayrıca, kadınlar yalnız
olarak sokağa çıkamıyor. Bunlar en temel farklar. Gerisini siz hayal edin.
Buraya
tartışmaya değil huzur bulmaya geldim deyip hem kendi hem de onların huzurunu bozmamak
için sesimi çıkartmadım. Bırak kendini böyle iyi hissediyorlarsa dedim.
Burada
alışkanlıklar devreye giriyor. Özellikle de kapalı toplumlarda yetişen
insanlarda görülüyor. Yıllar önce bir uçak yolculuğunda Suudi Arabistan’da
yasayan Hintli anne kız ile yan yana oturunca sohbet etmiştim. O zaman kadın, oğlunun
“Suudi Arabistan’ın dünyanın yaşanacak en güzel ülkesi olduğunu düşündüğünü
“söyledi. Çok şaşırmıştım. Bunlar, Suudi değiller Hintliydiler ama çocuklar
Suudi’de doğmuşlar, eğitim almış ve büyümüşlerdi. 20’li yaslardaydılar. Düşününce,
doğası nedeniyle mi Suudi Arabistan’ı seviyorlar ki dedim? Olamaz. Kıraç, tas.
Hayat
tarzı mı? Kısıtlamalarla dolu. Özgürlük yok.
Demokrasi
mi? Adi bile yok.
Bu
insanlar en azından Katar ve Hindistan da görmüşler. Hala niye Suudi derler
diye uzun uzun düşünmüştüm. Sanırım, çoğu insan için nerde yetişirsen en çok orayı
beğeniyorsun. Alışkanlıklar, çevre, sosyal çevre vs. nedenleriyle.
Yoga’dan
sonra aksam yemeğine geçtik. Sohbet sayesinde insanın iştahını kabartmayan
yemekleri yiyebildik. Ben Asya yemeklerini bilirdim sanıyordum. Yanılmışım. Sri
Lanka yemekleri biraz daha farklı. Kırmızı pirinç hiç görmemiştim. Meyveler, tropikal meyveler süper. Hem de
tesisin bahçesinden.
Her yer hindistancevizi, yani Coconut, olunca
meyvelerin üzerlerine de dökyorlar. Sevenlere süper bir lezzet. Tavsiye ederim.
Üstelik çok da sağlıklı.
Et yok. Et olmaması benim için hiç sorun değil
ama bazı yemeklerin bulamaç gibi olması bana direkt kusuk hissi verdiği için bakamıyorum
bile. Ama bu konuyu da sorun etmiyorum. Hiç olmazsa birkaç kilo veririm, biraz
detox olur filan diyorum.
Dal denilen, mercimek ve çorbası, pirinç ve roti
denilen küçük sac ekmekleri de güzeldi.
Aksam
yemekten sonra, sohbet için bizi bir araya topluyorlar. Başımızda 20’li
yaslarda tıfıl yoga hocamız. Bir konu ortaya atıyor. Aklınca bizi konuşturup
stresimizi alacak. Neyse, çok derin olmayan bir sohbet oluyor. Kırmayalım genç arkadaşımızı.
Ama gerçekten çok soğuk ve insanlardan uzak bir kişiliği vardı. Bu da yaptığı
ise ters düşüyordu. Sıcaklık yaratılmadan birbirini tanımayan insanlar nasıl sohbet
edilebilir?
Benim
dikkatimi çeken bir başka boyut da bu Yoga hocaları böyle böyle dünyayı dolaşmaları.
Buradan Tayland’a gidecekti. Yemek, yatacak yer Yoga Merkezi veriyor. Para da alıyorlardır
tatbikî. 15 gun, 1 ay veya istedikleri ölçüde tesisle anlaşarak kalıyorlar. Kaldıkları
süre için tesisin Spritüel boyutundan sorumlu oluyorlar. Ne ilginç hayatlar var
diye düşündüm.
Birkaç
gun sonra gidecekti. Yerini Avustralyalı, çok seker, Alana’ya bıraktı. Alana’da
İngiliz bir kıza bırakacaktı. Alana videoda da görüldüğü gibi sıska denebilecek
kadar ince ama müthiş bir yoga Hocasıydı. Vücudunu çok iyi kullanıyordu
doğrusu. Sevimliliği ile de kalbimi fethetmişti. Bunlarda okulu bitireyim
SGK’li bir işe gireyim heyecanı yok. Hatta Üniversite’ye gideyim diye de.
Aileleri de çok anlayışlı.
Tesiste
hep 2 yoga hocası oluyor. Her halde bir aksilik durumunda birbirlerini
yedekliyorlar. Bu arada hepsi ilgileniyor mu bilmem ama Alana’da tedavi alıyordu.
Alana’dan
sonra gelen İngiliz kızı görünce çok sasirdim. Aman tanrım bu baya kiloluydu.
Yemekte baktım bütün yemekleri de tabağı sıyırıncaya kadar yiyor. Ama müthiş
esnek bir vücudu vardı ve karni dümdüzdü.
Yoga
yapılan bina koloniel tarzda çatılı ama yanları da açık bir binaydı. Önünde de
Hindu-Budist tanrı heykeli vardı. Her sabah ona gidip çiçek ve yiyeceklerden
oluşan sunumlarını verdikleri bir tören yapılıyordu.
Tanrı’larına
her sabah sunum yapıyorlar sonra da gidip topluyorlar. İlginç bir bakış Tanrı’ya.
Güney
Asya’da sıcaklık hep 25- 30 derece arasında olduğu için binaların yan duvarlarının
olmaması normal. Sadece üstleri yağmur nedeni ile kapalı oluyor. Otellerin resepsiyonları
bile böyle olabiliyor.
Bir
akşam yogası sırasında birden yağmur başladı. Sicim gibi denir ya. Yağmur damlaları
uzun uzun. Arada kesiliyor. Etraf karanlık. Yağmur kesilince birden
ateşböcekleri çıkıyor. Bizlerde etrafımızda mumlarla yoga yapıyor. Onlarca ateşböceğinin
karanlıkta görüntüsü, etrafımızda mumlar ve yoga müzikleri ile, muhteşemdi.
İlk
sabah Doktor ’um ile tanışıyorum. Geleneksel kıyafetler içinde tam bir Asya
güzeli. Egzotik güzelliğin tanımı gibi. Ruhunun dingin olması yüzüne yansımış. Nasıl
huzurlu, sakin. Gözlerimi ondan ve muhteşem kıyafetinden alamıyorum doğrusu.
Her gün, sabah ve aksam yemeği için, giydiği kıyafetler
birbirinden gözaliciydi. Ben de hayranlıkla fotoğrafını çekiyordum. Asya
ülkelerine özel zarafet ve egzotik güzelliği temsil ediyordu.
Külüstür
bir doktor odası. Sanki 50 yıl önce Türkiye. Cam şişelerde elle doldurulduğu
belli ilaçlar. Lokman hekimin odasında gibiyiz.
Vücut
tipinizi öğrenmek için önce size bir suru soru soruyor, sonra tansiyon ölçüyor.
Tansiyon aleti beni benden aldı. Her şey çok eski ama sevimli.
Bir
de dilinizi çıkartıp inceliyorlar. Ayurvedik Tıp’ta dilin sağlıklı görüntüsü
önemli.
Bana
her gün görüşeceğimizi ve bu görüşmelerin dışında da ne zaman isterse soru
sorabileceğimi soyluyor. Tesiste, 3 doktor daha var. Benim merak duygum
depreşiyor ve onunla yaptığı işi merak ettiğimi bana yarim saat sorularım için
vakit ayırmasını rica ettiğimi söylüyorum. Gülümseyerek tabi memnuniyetle deyip
saat için anlaşıyoruz.
Böylece
tam tedavi programım başlamış oluyor.
İlk
ii masaj.
Masaj
merkezi, yoga merkezi gibi üstü kapalı, yanları açık ve perdelerle birbirinden ayrılmış
odalardan oluşuyor. İçerisi her şey kahverengi. Zamanla anlıyorum ki, o makine yağlarına
benzeyen kahverengi masaj yağları nedeniyle başka renk mümkün değil, Ellerinde
her türlü masaja uygun yağ var. Hepsinin kokusu değişik olmakla birlikte çok
ama çok ağır kokuları ortak özellikleri. Tesise gittiğimde hafif migren ağrım vardı
bu kokularla birlikte tetiklendi maalesef. Yapılan masaj harika hele benim gibi
masaj seven bir kişi için cennet olması gerekirken tedavinin 3. Günü masajdan
kaçacak delik arar hale geldim. Hem aşırı masajdan hem de masaj yağlarının
kokusundan. O güne değin masaj olmaktan yorulacağım aklıma bile gelmezdi doğrusu.
Masajdan saklanmaya çalışır buldum kendimi. Masaj olmaktan sanki vücudumdaki tüm
kireçlenmeler, toksinler ortaya çıkmış resmen alt üst olmuştu bünyem. Hani çaydanlığın dibinde kireç olur ve sakin
sakin durur. Sonra sökeyim derken çalkalarsınız ya iste o haldeydim.
Kafa
masajı diye bir masaj var. Eyvah dedim şimdi kafam ellerinde kalacak. O kalın yağları
da kafanıza sürüp masajı yapıyorlar ve başınızı bir havlu ile sarıp birkaç saat
beklemenizi istiyorlar.
Normalde
sert masaj seven benim gibi biri için bile çok sert bir masaj. 3.gun lütfen
biraz daha yumuşak masaj diye yalvarır durumdaydım.
Akşamları
erkenden yatılıyor. Zaten gün sabah en geç 6’da başladığı için. Herkes okuma ve
dinlenme modunda. Tabili arada sohbet.
Aksamları
odanıza çekildiğinizde size ertesi günkü ilaçlarınızı üzerlerinde günün mesajını
anlatan bir hikâye ile birlikte getiriyorlar. Çiçekler de unutulmadan.
Bu
arada ne yazık ki tedavim ilerledikçe, migrenim artıyor. Vücudum kokulara
müthiş tepki gösteriyor. En sonunda 3.gün sürekli kusmaya başladım. Bahçede
oturuyorum ne güzel çiçekler ama ben onların üzerine sürekli kusan bir tip.
Dediler ki size daha hafif yağlar kullanalım. Lemongrass filan. Kokladım ve
tekrar kustum. Hem lemongrass, lemongrass gibi kokmuyor hem de artık öteki yağların
kokusu havlulara sinmiş. Basagrisi için her türlü klasik metodu deniyorlar.
Elin başparmağı ve işaret parmağı arasını sıkmak gibi. Hiç banamasın demiyor.
Herkes başımda. En son herbal terapi için küvete girdiğimde baygınlık
geçiriyorum. Beni apar topar doktorun odasına alıyorlar ve bir sure orda
dinleniyorum. Hava sıcak ve tepede pervane var. Üşüyüp hatta tir tir titreyip İkapatırmısınız
lütfenİ dediğimi hayal meyal hatırlıyorum.
3
gün süren tedavi maratonum bu şekilde bitmiş oluyor. Söylenene göre tesisin
tarihinde bu şekilde olan 2. kişiymişim ama 1.den berbatmış durumum. Böylece
literatüre girmeyi başarıyorum.
Ben
kendimi Katar’da yasayan biri olarak bu kültürlere çok yakın görüyor hatta Asya’yı
gezdiğim için de hiç yabancilamiyacagimi düşünürken geldiğim hal tam bir
kabustu. Doktora, ağlamaklı ses tonuyla, “I want to enjoy to stay.” deyip
duruyordum. (Burada olmaktan mutlu olmak istiyorum.) ve tedaviye noktayı koyuyorum.
Böylece,
ileri tedavinin uygulamaları olan barsak ve burun temizliklerinden de kurtulmuş
oldum.
3
gun boyunca sadece Asya’ya özgü minik muzlarla yasayabildim, kahvesiz durdum. Aslında
buna die off etkisi de deniyormuş. Vücut toksinleri atarken boyle reaksiyonlar
verebiliyormuş. Ama dayanılır gibi değil. Toksinlerimle yaşamayı tercih ederim.
Benim canim Toksinlerim deyip tedaviyi kestim.
Açım,
hiçbir şey yemiyorum. İlaç içtiğim için sadece minik muzlardan yiyebilirken
birden “size göre kahvaltıda Muffin var “dediklerinde solmuş gözlerime bir
umutlu bakış geldi. Kosa kosa mutfağa gittim. Muffin dedikleri iste bu.
Her ne kadar umut verici görünmese de bir
umut ısırdım. Resmen baya hamur. Hiç ısıl işlem görmemiş gibi.
Nazikçe bu enfes şeyi nasıl yapmayı başardıklarını
sordum. Siz de yapmak isterseniz iste tarifi.
Muffin hamuru ama kabartma tozu olmadan muz yaprağının
içinde sabaha kadar doğal fermantasyon ile kabarıyor ve sabah buharda
pişiriliyor. Ağızda dolgun ıslak hamur tadı.
İlk ısırıştan sonra ilk uçakla dönesim geldi.
Uçakta yer yoksa tekerleklerin arasında döneyim ama buradan gideyim bari deyip
kendimle dalga geçtim. Yaşadığım bu trajikomik durum, içler acısı halime ben
bile inanamıyordum. Bu ben miydim? Böyle bir şey yaşayabileceğim ölsem aklıma
gelmezdi.
Bu 3 günlük tedavi kâbusu bitince, normal
hayata döndüm. Hiç de kendime “ahh niye buraya geldim?” filan da demeden. Deneyimin iyisi kötüsü
olmaz. Yaşamadan bilinmez. Bir daha denemek de isterim çünkü belki beynimi hazırlayıp
gidebilirim.
Fakat birkaç yıl sonra 2. Sri Lanka
seyahatimde yine masaj yaptırmak istedim ve yine o yağları çıkardılar karşıma.
Ben yine dayanamadım. Kokularının tarifi yok.
Bu tecrübeden sonra, tedavimi basit ve zevkli
uygulamalarla devam ettim. Bu tedavide, bitkisel kremler vücudunuza sürülerek içi
ısıtılmış tabutumsu kabinde o bitkisel ektraktların vücudunuza girmesi amaçlanıyor.
Klostrofobimle savaşarak bu sıcak tabuta girmeyi becerebildim. Bunun adi herbal
steam bath. Yandaki küçük piknik tüp enerji kaynağı olması açısından
çocukluğuma götürdü beni. Başınıza da bir görevli koyuyorlar bir aksilik
durumunda müdahale edilebilsin diye. Ama sanki ölmüşsünüz de tabutunuzun
başınızda zebani gibi. Gorüntüye tezat, tesiste çalışanlar çok naif ve sevimli insanlardı.
Bu arada aldığım tüm önlemlere karşın bir
şeyler beni fena ısırmıştı. Aslında, sinek ve böceklerin ilk tercih ettiği
kişilerden değilimdir. 2. sırada sayılırım. Ama sanırım tesis pek kalabalık
olmayınca kısa sürede 2. Sıra kişilere de sıra gelmişti. Sabah bir kalktım
vücudum el kadar büyüklükte şişlikler. Sanki gece boyunca bir şey vücudumda yürümüş.
Doktora gösterince hemen bahçedeki aleo verayi kesip sürdüler. Anında kesti. Doğanın
dengesine hayran olmamak elde değil. Zehirine göre panzehir de kendisinde.
Benim başka yerden getirdiğim çözümler hiç işe yaramadı.
Kolumda sinek kovucu bandajlarla
dolaşıyordum. Bir akşam yoga yaparken bir baktım kolumun üstündeki bantin tam yanında
kocaman bir sivri sinek iğnesini batırmış etime, bant’a veryansın ısırıyor. Bant
işlemedi bunlara. Sinek o kadar büyüktü ki “buyrun hosgeldiniz başka ne alırdınız
acaba?” diye sorasım geldi.
Geride kalan günlerimi, biraz çevreyi
dolaşarak, yanımda getirdiğim bağış amaçlı yardim malzemelerini vermek için
okul ziyareti ile geçirdim. Bu da ayrı bir yazı konusu.
Herkes yatıp dinleniyor ve tedavi alıyor,
sohbet ediyor ve okuyorken ben öyle oturup okuma bile yapamadım. Anladım ki öyle
oturup dinlenmek bana göre değil. Çevreyi keşfetmek daha ilginç geldi. Sri
Lanka’ya gelip de sadece tesiste kalıp gitmek istemedim.
Bu arada Doktorumla yaptığım görüşmede Ayurvedik Tip
eğitiminin, Bati tıbbi gibi 6 yıllık bir eğitim olduğunu, ayrıca ilaç yapmayı
da öğrendiklerini öğrendim. Ayurvedik Tip eğitiminin Asya’da çok iyi okulları
olduğunu fakat en iyisinin veya en iyilerden birinin Hindistan Varanasi’de
olduğunu söyledi. Yıllar sonra da bu okulu gezme şansım olacaktı.
Geçtiğimiz yıl Sri Lanka’ya 2. Gidişim
öncesinde bilgi edinmek amaçlı önceden gezenlerin videolarını izleyeyim dedim. İlk
video Dubai’den bir Türk bayanın benim gittiğim tesisle ilgili yaptığı videoydu.
Çok yoğun çalışan birisi olarak “gideyim bir detox yapayım, yeşil ve doğa
içinde dinleneyim.” diye gidip ancak 1 gece kalabildiğinin macerasını tam yarım
saat boyunca videoda anlatmış. Sonuçta, taksi tutup gece gitmiş ve tesisten şoför
istemediği için de ıssız yollardan gece karanlığında geçtikçe de epey korkmuş.
Tesise gelmiş ve odasında bir böcek görünce yasadığı duyguları tam yarim saat
boyunca anlatmış. Zannedersiniz bir savaş ortasında veya bir doğal afet yaşamış.
İçim bayıldı dinlerken.
İkinci video ’da da yazın gidip bir de
hostel’de kalma cesareti gösteren genç bir Türk kadın. Ve hayatında ilk kez
Asya’ya gitmiş. Dert yana yana bitiremiyorlardı.
Asya, Türkiye’ye göre çok değişik dinamikleri
olan bir coğrafya. Gideceğiniz mevsim çok önemli. Ayrıca doğaya gidiyorsunuz.
Ne bekliyorsunuz? Doğa deyince Antalya’daki profesyonel peyzaj mimarlarının
elinden çıkmış bahçe mi diye hayal ediliyor?
Kalacağınız tesis de çok önemli. Asya’ya
gidip Hostel’de kalmak cesarettir. Herkes yapamaz. Ancak, gerçekten bilinçli,
deneyimli gerçek gezginlerin yapabileceği bir seyahat şeklidir.
Bunlara dikkat ederek yola çıkmak gerekir.
Ayurvedik
Tip, Bati Tıbbından daha eski. Ben çok inanıyorum. Vücudu dinleyerek, izleyerek
tedavi ediyorlar. Ben denedim yapamadım ama siz yapabilirsiniz. Ön yargı
oluşturmak istemem. Hırpalanmadan denenebilir. Bol şans.
No comments:
Post a Comment