Bizde de aynen tecelli etti. Bir önceki gün sıcağın altında dağ, tepe gezip saatlerce stresle yolculuk yaptıktan sonra, deliksiz bir şeklide uyuyabildik ve sabah enerji ile uyandık.
Yaptığım gezilerde ne kadar aksilik olursa olsun motivasyonum hiç bozulmaz. Hepsini bir macera ve deneyim olarak kabul ederim. Hatta olmasını isterim. Öteki türlü biraz sıradan ve ruhsuz geliyor. Ne kadar yorulursam yorulayım veya işler ters giderse gitsin derin bir uyku benim için her şeyin ilacıdır. Ertesi gün zımba gibi tam motivasyon modunda kalkarım.
Sabah, dün gece buluşacağımız Eray'ın arkadaşlarıyla kahvaltıda buluştuk. Bizim için epey endişelenmişler. Güzel bir kahvaltı ve sohbet ile kendimize geldik.
Grup, Ürdün,Amerika, Meksika ve Çin'lilerden oluşuyordu. Özellikle de Ürdün'lüler ile konuşarak ülke hakkında bilgi sahibi olmaya çalıştık. Bu insanlar dünyanın değişik yerlerinde çalışmış insanlar olunca hepsini ayrı ayrı dinlemek epey ilginç oluyor.
Aldığımız bilgiye göre Ürdün'de devlet her mal, hizmet ve üründen %25 vergi kesiyormuş. Pahalılığın başlıca nedeni buymuş. Ama bu cevap hala bize paralarının neden bu kadar değerli olduğunu açıklamıyor. Onlar da bilemediler.
Kahvaltı sonrası, hadi dedik denize girelim.
Çölün ortasında bir vaha gibi burası. Tam bir turizm merkezi olmuş. Yan yana dünyaca ünlü oteller zincirleri. Otellerin oluşturduğu sahte yeşil dışında normalde çıplak dağlar. Resimde gördüğünüz karşıdaki çıplak dağlar İsrail'e ait.
Ölü Deniz diğer adı LUT gölü, İsrail ile Ürdün arasında sınır bölgesinde yer alıyor. Büyük bölümü İsraile ait.
Burasının en önemli özelliği dünyanın en çukur yeri olması. Değişik kaynaklar 410 ile 430m. arası derinlikler veriyor. Otelimiz 420m. diyor.
Hava güzeldi.
Hemen Kimyacı boyutum devreye giriyor ve tuzluluk oranını araştırıyorum. %33,7. Bu oranı şöyle açıklayabilirim. 100 gr. suda 33,7 gr. tuz çözünmüş. Bu rakamı anlamak için bizim sofra tuzu olarak bildiğimiz ve Ölü deniz'deki en ana tuz olan Sodyum Klorür'ün çözünürlüğü 36,1 ile karşılaştırmak gerekir. Tabiki aynı sıcaklıkta yani 20'C. Bu ne demek ki NaCl (sodyum Klorür) 20'C'de 100 gr. suda en fazla 36,1 gr. çözünebilir. Daha fazla çözünemez. Tuz eklemeye devam ederseniz dipte çözünemeyen tuz kristallerinin çökelmeye başladığını görürsünüz. Buna çözeltinin doymuş hali denir. Dolayısı ile Ölü Deniz de hemen hemen doymuş NaCl çözeltisi kadar yoğun.
Verilen 33,7 rakamı sadece NaCl çözünürlüğü. Ölü Deniz'de suda başka mineral ve tuzların da olduğu düşünülürse gerçek değerin verilen 33,7 değerinden çok daha yüksek olduğu düşünülebilir.
Ama dünyada bundan daha tuzlu biri Antartika'da olmak üzere iki yer daha varmış.
Bu kadar tuzlu ortamda balık ve bitki gibi makroskobik deniz canlılarının yaşaması mümkün olmadığı için mikroskobik boyutta bazı mantarlar ve bakteriler yaşayabiliyormuş sadece. Bu kadarının bile yaşaması ilginç aslında çünkü tuzlama işlemi bildiğiniz üzere gıdaları koruma tekniğidir ve mikrobiyojik gelişmeyi önlemeyi hedefler. Demek çok spesifik mikroorganizmalar yaşayabiliyorlar.
Burası aynı zamanda dünyanın ilk şifa merkezlerinden biriymiş. Karadaki çıplak dağlar, denizde de canlılığın az olması polenlerin de az olmasına sebep olduğu için burası astım hastalarına tavsiye ediliyormuş. Ayrıca yeryüzünün en derin noktası olduğu için de güneşin radyosyon yayan UV ışınlarından uzak olduğu ve yüksek basınç'lı atmosferi nedeniyle her türlü hastalığa iyi geliyormuş.
Ölü deniz'in suyu ve dip çamuru özel ambalajlarda piyasada kozmetik ürünü olarak satılıyor.
Dip çamuru Mısır'lılar tarafından mumyalama işlerinde kullanılmış. Potas miktarı ile gübre olarak da kullanılmış.
3,7 milyon yıl önce oluştuğu düşünülüyor. Boyuna 67 km. enine de 18 km. uzunluğunda.
Bugün karşılaştığım bir İsrail'li Ölü Deniz'i besleyen su kaynaklarının son yıllarda hem İsrail hem de Ürdün devletleri tarafından kullanılıp Ölü Deniz'e aktarılmadığı için Ölü Deniz'in % 35 oranında küçüldüğünü söyledi. Bu duruma engel olmak istiyorlarmış ancak her iki devlet de bu su kaynaklarına ihtiyaç duymakta oldukları için en iyisi Kızıldeniz'den su getirelim diye karar vermişler. Ancak, bu karar Kızıldeniz'e kıyıları olan Suudi Arabistan ve Mısır gibi diğer Arap ülkelerini de etkileyeceği için kolay alınabilecek karar olmadığını da belirtti.
Benim de okuduğum kadarı ile bu bölge Kur'anda lanetlenmiş bölge olarak geçiyor. Bölgede o dönemde yaşayan halk yoldan çıkıyor ve değişik sapkınlıklara başlıyor. Aile içi tecavüzler ve sapkınlıklar yaptıkları için Allah, Hz. İbrahim'in de hem akrabası (sanırım kardeşi) hem de onun gibi inançlı bir müslüman olan Lut'u insanları uyarması için gönderiyor. Lut, halka, Allah tarafından görevlendirilip onları uyarmak için geldiğini ve yaptıklarının sapkınlık olduğunu hemen vazgeçip yüzlerini Allah'a dönmelerini'' söylüyor ama onlar Lut'u dinlemiyorlar. Allah'ta bu kavmi hatta Lut'un karısı dahil olarak yok ediyor. Yakınlarda heykel görünümlü bir taş Lut'un karısının taşlaşmış hali olduğuna inanılmakta.
Lut'un eşi kaynaklarda Madam Lut olarak geçiyor. Kendisi neden taşlaşmış diye soracak olursanız zaten biraz alevere dalevere bir tipmiş ve kocasını bırakıp gitmiş sapkınlara destek vermiş.
Tabiki bu duruma ''kocasının sözünden çıkan kadının sonu'' yorumu yapmak isteyenlere güzel bir ibret hikayesi.;)))
Neyse, bu kadar bilgiden sonra gelelim bizim gördüklerimize.
Yukarıdan bakınca aşağısı sanki sıradan bir deniz kenarı gibi duruyor.
Tipik sahil görüntüsü. Şimdiye kadar her şey normal.
Aşağı indikçe birden çamura bulanmaya çalışan insanları görmeye başlıyorsunuz.
Yukarıdan insanların çamura bulandığını görmek komik oluyor. Önce hayretle bakıyoruz.
Sonra tabi ki biz de operasyona başlıyoruz.
Önce denize girilerek ıslanılıyor ki çamur vücuda tutunabilsin.
Ben bir kimyacı olarak bile bugüne değin yoğun tuzlu su'yun da tıpkı şekerli su gibi son derece kaygan olduğuna hiç dikkat etmediğimi fark ettim. Denize girerken kaymamak için çok dikkat ederek girilmesi gerekiyor. İlk giriş oldukça taşlık. Zor yürünüyor ve birden derinleşiyor. Konsantrasyon yüksekliği nedeniyle suyun kaldırma kuvveti çok yüksek. Sanki su yüzeyinde bağdaş kurup oturacakmışsınız gibi. Zaten böyle oturup gazete okuyan insanların fotolarını gördüm internette. Ben de kaynamaya attığınız bayat yumurta nasıl suyun yüzünde yuvarlana yuvarlana durursa aynen kendiniz bayat yumurta gibi suda yuvarlana yuvarlana yüzdüğünüzü hissediyorsunuz. Tabiki bu benzetmenin benim yaşım ile bir ilgisi yok. Her yaştan herkes bayat yumurta misali. Batmanıza imkan yok. Çok değişik bir his.
Görevliler, ''yoğun tuzlu suyun yakıcı etkisi nedeniyle yüzünüze, gözünüze su kaçırmamaya dikkat edin'' diyerek girerken uyarıyorlar. Ben tabiki yüz göz değil ama hafiften burnuma suyu çekmek istiyorum. Hem suyu hissedeyim hem de sinüslerime iyi gelir diyerek. Azıcık. Sadece deneme. Amman !!! Allahım. O nasıl bir histir. Bırakın burnum ve sinüslerimin temizlenmesi genzim, boğazım ağzımdan dışarı parçalanmış halde çıkacak zannettim. Gözlerim pörtledi. Epey bir süre kendime gelemedim. O kadar yakıcı. Allah'tan dışarda ellerinde temiz su ile bekleyen görevliler alışmışlar hemen müdahale ediyorlar.
Bu nedenle bildiğiniz denizlerdeki gibi iki kulaç atayım, dipten gideyim, karşı adadan çıkayım yok. Usul usul, hiç kıpırdamadan su fışkırtmadan suyun içinde durmanız lazım.
Sudan çıktığınızda vücudunuzda suyun kayganlığını halen hissediyorsunuz. Hatta bazıları bu durumu su vücudumu pürüzsüz yaptı olarak yorumladı ama yıkanınca geçiyor.
Sonra dışarı çıkıyorsunuz başlıyor şifalı çamura bulanma.
Ortada bir küp var otel görevlileri tarafından her gün içi siyahımsı dip çamuru ile dolduruluyor.Herkes elini çamura daldırıp vücuduna sürüyor. Çamur epey killi bir çamur. Hani şu kozmetikte kullanılanlardan. Zaten her yerde de paketlenmiş halde satılıyor.
Bu aşamayı tamamlamış tüm gül cemalimle ben.
20 dakika sonra temizlenmeniz gerekiyor. Bunun için sahilde bir direğe kocaman bir saat konulmuş. Yukarıdaki resimlerde görebilirsiniz. Ama çalışmıyor. Saate inanırsanız yandınız.
Temizlikte denizde oluyor.
Temizlenme aşamasındaki bu pozum bana İzmir-Çeşme Dalyan Marina çıkışındaki deniz kızı heykelini hatırlattı. Onun da böyle taşın üzerinde bir oturuşu vardır.
Çok çok ilginç bir deneyimdi. Çok tavsiye ederim.
Gelelim olayın spirütüel boyutuna.
İki boyutu var.
1) Bir kere tuzlu su enerji dengeleyici ve negatif enerji atıcı olarak bilinir.
2) Burası tıpkı Ka'be'de olduğu üzere dünyanın üzerinden geçen enerji hatları olarak bilinen Ley hatlarının üzerindeymiş. İnsana ayrıca bir enerji veriyormuş.
Açıkçası çok istememize rağmen biz bu boyuta bir türlü ulaşamadık. Bu boyuta geçmek konsantrasyon meselesi. Ortam çok önemli. Bizimki gibi bir grupla o boyuta ulaşılamazdı zaten. Ayrıca, insan kendini şartlarsa da olmuyor. Yalnız olmak önemli bir etken bence.
Bugün artık gezimizin de son günüydü. Gitmeden bu unutulmaz güzel gezinin hatıra selfie'sini çektirdik.
Dönüşümüz yine UBER'siz taksi ile ama sorunsuz oldu. Sonra yine Bahreyn üzerinden Doha. Doha'ya indiğimizde gece 2;30 sularıydı ve biz sabah işe gidecektik. Ama değmişti.
Gideceklere tavsiyem turlarını Akabe ve Kudüs'ü de alacak şekilde organize etsinler. Wadi Rum'da 1 gece Bedevi çadırlarında kalsınlar. Akabe, Kızıl Deniz'de olduğu için meşhur su altı dünyasını görebilmek için dalış yapsınlar. Deniz ürünleri yesinler. Kudüs çok enteresanmış.
Ürdün değişik bir ülke. Bana göre ülkedeki en düzgün şey binalardaki numaralardı. Koskocaman ve düzgün sıralanmış. Bina dökülüyor ama üzerindeki numara 10 numara denir ya. Numaralandırmadan hiç taviz verilmemiş.
Bu geziden bir de patent alacak bir uygulama çıkarttık. Petra'da tüm güneş altında gezince her ne kadar yüzümüze güneş kremi sürsek ve vücudumuzu örtsek de burnumuz yandı. Biz de çareyi burnumuzu gözlüğümüz desteğinde peçete ile kapatmakta bulduk. Bu uygulama ile literature girmeyi planlıyoruz.
Türkiye'den bakınca Ortadoğu ilkel ve tehlikeli görünüyor olabilir. Ancak, unutulmamalıdır ki buralar insanlığın başlangıcı, uygarlıkların beşiği ve dinlerin ana vatanı. Müthiş bir tarih var. İçerisinden önemli dersler çıkartılabilir.
Gezmek için de vizesiz ülkeler.
No comments:
Post a Comment