Monday, 6 July 2015

ÜRDÜN - 6 Ölü Denize Doğru- ölmeden inşaAllah



Vadi Rum turunu yaptıran ve Ürdün kültürel mirasının bir parçasıymış gibi görünen arabamızdan ayrılırken mirasın bir diğer parçası olduğuna kanaaat getirdiğimiz şoförümüz, sunduğu ilkel koşullara karşın aldığı onca paraya rağmen bir de bahşiş isteyince şok olduk ama hemen cevabını verip ''hadi işine, anca gidersin'' dedik.


Bir gün içinde koskoca Ürdün'deki bütün taşları görmüştük. Ne kadar dünya mirası olsa da burnumuza kadar taş görüntüsü ile dolmuş arabaya oturduğumda tüm bu taşlar üzerime üzerime geliyor gibi hissediyordum. Buraları sindire sindire gezmek lazım.
  
Ürdün'ün bir diğer kültür mirası gibi görünen Vadi Rum gezisi sırasında bizi beklemekte olan arabamız ve şoförümüzle Ölü Deniz için yola koyulduğumuzda saat 6 civarıydı. Önümüzde 3-3,5 saatlik bir yolumuz vardı ve bu durumda akşam 8 deki toplu yemeğe katılabilmemiz maalesef mümkün değildi. ''Ama hiç olmazsa geç de olsa yemeğe katılabilir geç olduğu için de hafif bir şeyler yeriz gibi iyi niyetli'' düşündük.

Bu hayallerle başladığımız yolun 5. dakikasında tarihi eser arabamız hararet yaptı. Araba sürekli arıza yaptığı için sanırım şoför artık tamirci gibi olmuştu.Gerekli müdahaleleri yaptı. Biz de yaptığı ve yaklaşık 15-20 dakika süren müdahalelerin sonucunu  arabanın içinde dua ederek bekledik. Arabanın kendine gelmesi ile tekrar yola koyulduk ama ilk tamirciye kadar. Burada kısa bir bakım molası verip yine yola devam ettik. İşte 1 saatimiz böyle geçti. 

Şoför'ümüz, yolda kaybettiğimiz zamanı kazanmak için sanırım bize ''sizi uzun olan ana yoldan değil de kestirme ara yollardan götürsem olur mu'' diye sorunca hemen ''götür de nasıl götürürsen götür yeter ki bir an önce götür'' diye düşünüp ama ona sadece ''ok'' dedik. Ben kendi adıma memnun oldum çünkü'' hiç olmazsa değişik ve daha halkın olduğu ara yollardan geçerken hayatı da gözlemleyebilirim'' diye düşündüm.

Böyle der demez başladı serüvenimiz. Ben diyeyim patika siz deyin dağ başı her türlü yollardan, köylerden geçmeye başladık. Genelde bakımsız her yer. Çok az yerde biraz daha sayfiye yeri havası gördük. En güzel manzara gün batımıydı. Güneşin büründüğü renkler tek kelime ile ''MUHTEŞEMdi''.

Bu arada şoförümüzün de sabahtan beri direksiyonun başında olduğunu öğrendik. Oysaki UBER'de 6 saatten fazla çalışılmadığı için Amman- Petra yolculuğumuzda araba ve şoför değişikliği yapmak zorunda kalmıştık. Tabiki Petra'da UBER bulunamadığı için ''Allah kabul etsin'' şeklinde ancak bu araba bulunabilmişti.

Şoför baya yaşlı görünüyordu. Fakat burada insanlar bakımsız oldukları için de yaşlı gösterebiliyorlar. Tahmin etmeye çalıştık en sonunda dayanamayıp sorduk ama şoförümüz bir türlü soruyu anlayamadı. İngilizce o seviyede.

Yol git git bitmiyor hava karardı. Karnımız aç. Yollarda yenecek doğru dürüst bir şey yok. En iyisi bira ve çerez alıp yolda eğlenelim dedik. Hem de karnımız bir şekilde doyar diye düşündük. Ama maalesef içki satılmıyor. Uzaktan bakıp bira olarak gördüklerimiz de alkolsüz. Ülkede alkol sadece özel likör shop'lardan alınabiliyormuş. Onlar da sadece şehir merkezlerinde.

Yol ilerledikçe ''şoför bir önceki hayatında İngiliz'di sanırım'' diye düşünmeye başladık. Kendisi saatlerce araba kullanmaktan transa geçip bir önceki hayatı boyutuna geçmiş olmalı ki bir süre sonra yolun sol şeridinden gitmeye başladı. Yoksa sağdan trafik olan bir ülkede kurallara uyup saatler sonra ortaya çıkmış bu duruma başka bir açıklama bulamadık doğrusu.
Manzara korkunçtu. Virajlı, patika yollarda son hızla ve sol şeritten gidiyorduk. Bir anda tüm yorgunluk ve bezginliğimizi üstümüzden attık ve ''AMMAN'' (Ürdün'ün başkenti olan amman değil bizim aman'ın daha heyecanlı hali olan) boyutuna geçerek şeridinden gitmesini istedik. Hemen geçti. Hiç ''hayır'' demiyor. Ama sanırım 1 dakika sonra sola tekrar kayıyor. Biz de tekrar uyarıyoruz. Böyle böyle derken bizim uyarılar sesimizi yükseltmeye kadar vardı. Ama nafile. Bir süre sonra biz de budizm boyutuna geçip, kabullendik mi, yoksa hipnoz mu olduk ne oldu anlayamadım. Arada bezgin seslerle birbirimize ''aaaaa inananılmaaazzz hala soldan gidiyoooo.'' dedik.

Bu arada hava karardığı için etrafı göremiyorduk ve karnımızda inanılmaz açtı. Yolda bir manavın önünde durup biraz meyve alalım bari dedik. Hiç olmazsa ''meyve güvenlidir'' deyip. Meyveleri yıkamak için yandaki restoranın mutfağına girmek için garsondan izin aldım. Aman Allah'ım. Böyle bir yerde nasıl yemek yenilebilir? Ben meyveleri yıkarken restoranın sahibi patron olduğunu sandığım kişi birden içeri girdi, orada olmamdan hiç hoşlanmadığını belirtir şekilde garsonu Arapça azarladı. Sanırım Michelin Yıldız'lı olarak gördüğü mutfağının yıldızlarını düşüreceğim diye evhamlandı. Ben de işimi hızlıca bitirip, hem zavallı, iyi niyetli garsonu korumak hem de patronun gönlünü almak için verdikleri desteğe defalarca teşekkür ede ede bir hal oldum.

Yola devam.

Yolda km. tabelaları yok denecek kadar az. Olanlarda da ''Ölü Deniz'' diye yazmıyor zaten. Dolayısı ile tek bilgi kaynağımız şoför. Arada ''ne kadar yaklaştık'' diye sorunca şoför yine İngiliz boyutuna geçiyor sanırım. Bir önceki sorduğumuzda örneğin 1,5 saat demişse bir sonrakine 2 saat diyor, önceden 150 km. demişse sonra 250 km. deyiveriyor. Arabalarda meşhur triger kayışı vardır ya, hani her 60,000 km. de bir değişmesi lazım. Soför'ümüzün bu kayışının koptuğunu düşünüyorum. Artık yorgunluktan mı yoksa genel bakımsızlıktan mı bilemiyor ama ısrar etmenin anlamı yok deyip bu konuda da üzerine gitmekten vazgeçiyoruz. Yine ''AMMAN'' boyutuna geçiyoruz. Bu sefer de ''boş ver'' anlamında. Şimdi dikkat ediyorum. Bu AMMAN'ın da ne çok anlamı varmış dilimizde. Bir de ''kahretsin'' anlamı vardır değil mi? Başka?
Sonuçta, her anlamı ile bu geziye cuk oturduğu kesin.

Şoför saatler ilerleyip saçmalamaları arttıkça da aklımıza ''ya kaza bir şey olur da gecenin bu vakti yolda kalırsak'' düşüncesi geliyor. İçimizi tam karabasanlar basmışken çare müzik deyip unutmak için şarkılara tutunuyoruz. Bir taraftan da Ölü Deniz'e yaklaştığımızı düşünüp, gezimizin ana amaçlarından biri olan spirütüel boyuta geçebilmeyi istiyor ve ona göre şarkılar seçiyoruz. En ağırından ve en bunalımlılarından. Ama HEYHAT. Arabadaki genç arkadaşımız gençliğin verdiği bütün pozitiflik ve enerji ile boyutumuzu ''düriyemin güğümleri kalaylı'' boyutuna çekerek tüm hayallerimiz ve çabamızı alt üst ediyor. Biz de zaten bunalmış olarak çekildiğimiz bu boyuta memnun, mesut katılıyoruz. Bu anlarda şoför'ün bizim hakkımızdaki düşüncelerini yüzünden okumaya çalışıyorum. Ama o her zamanki UK (United Kingdom) boyutunda.

3 hadi en fazla 3,5 saat planladığımız gezimiz gece saat 11;30 civarı 5,5 saat sonra bitti. En azından çok şükür sağ salim ulaştık deyip avunuyoruz. Bizi niye onca garip yollardan kestirme diye getirdi anlayamadık doğrusu. Parayı da kat ettiği km olarak almayacaktı ki.
Duygularımız kısaca toprağı öpecek boyutta.
Bu müthiş başarılı!!! yolculuk sonrası şoför aldığı onca paradan sonra bir de bahşiş isteyince duruma ''tüy dikti''.
Sanırım, bildikleri en iyi İngilizce kelime ''tip''.

Odamıza doğru giderken gözlerimiz yatmaktan başka ne yemek ne de arkadaşları görecek haldeydi. Bu sıra dışı yolculuktan sonra bir önceki hayatımda ben de Arap olabileceğimi düşünüp o boyuta geçiyor duygularımı Arap'ların en çok kullandığı ''Bukra İnşaAllah''. (Yarın inşallah) deyiminden daha güzel bir şey ifade edemiyeceğini düşünüyorum. 



No comments: