Friday, 1 June 2012

SPOR'A DEVAM


Spor konusundan devam edelim.

Spor bu ulkede ne kadar tesvik ediliyorsa da realite de bunun tam tersi durumlar ile karsilasilabiliniyor.

Her spor dalinda yabancilar icin zorluklar var.

Basketbolda, herhangi bir Arap klubunde 15 yas sonrasi oynamak isterseniz almiyorlar. Daha kucukler icin sorun yok. Ama 15 yas sonrasi takimin lisansli sporcusu olmaniz icin Katar’li veya Doha dogumlu olmaniz gerekiyor. Bunun disinda basket oynamak isteyen expat cocuklarina dogru durust oynayacak klup de yok.

Yuzmede durum biraz daha gevsek. Ornegin bir yarisma icin Kaan’in okul adina yuzmesini istemisler. Kaan yuzerken buralarin en iyi kluplerinden biri goruyor ve Kaan’in okul hocasi araciligi ile klube davet ediyor. Tam da o siralar Kaan’in yuzmeyi tekrar dusundugu siralardi. Hatta expatlarin devam ettigi bir klube de gidip bakmistik. Bu klubun aidati da dise dokunur denir ya o cinsten. Tam 2.500 QR. Yani 1250TL . civari. Dusunebiliyormusunuz 1 aylik yuzme dersi bedeli. Okul taksidi gibi. Arap klubu de Kaan’a burs verince hadi deneyeyim dedi ve buyuk bir heyecanla basladik. En buyuk sorun dil. Hoca tum Kuzey Afrika ulkelerinde (Faz, Tunus, Cezayir, Libya) oldugu gibi Arapca ve Fransizca biliyor, Ingilizce bilmiyor. Diger sporcular tercume yapiyor. Calismaya basladi. Aman tanrim, hocanin cocuklara baktigi yok. Arkasini donuyor ve arkadasi ile tum antrenman boyunca sohbet ediyor. Bu arada sporcular kendi kendilerine idman yapiyorlar. Calistiklari havuz inanilmaz guzel. Tam Olimpik. Arap oyunlarinin ve tum uluslararasi karsilasmalarin yapildigi havuz. Yaninda atlama havuzu da var. Zaten ne hikmetse bizimkiler kulvarsiz atlama havuzunda calisiyorlar. Bu arada da kucuk sporcular da kontrolsuzce yukardan atlamaya devam ediyorlar. Her an bir kaza olabilir. Antrenor inanilmaz bir sekilde ilgisiz. Birakin cocuklara takdik vermeyi, sirtini donup ne yapiyorlar diye  bakmiyor bile. Tabiki boyle olunca da takimin durumu da icler acisi. Ama Katar’in yuzmede en iddiali takimlarindan biri.  En iyileri Kaan ki 5-6 yildir yuzmuyor. Boyle yaklasik 1 ay kadar gidip geldik. Baktik buradan bir sey cikmayacak, biraktik. Hatta Kaan o kadar kizdi ki antrenmanin ortasinda birakti cikti. Takimin yoneticileri de bizi her gorduklerinde hadi ama evraklarinizi hazirlayin da Kaan’in lisansini alalim deyip durdular. Iyi ki dusunmek, izlemek icin biraz vakit ayirmisiz.

Aslinda aldigimiz bursun ne kadar onemli oldugunu yeni ogrendik. Kaan’in katildigi bu yuzme yarisi, buranin Milli Egitim Bakanligi ve Spor Kluplerinin  ogretim yili boyunca yetenekli ogrncileri secmek icin ortaklasa duzenledikleri bir yarismis. Bu yarislara katilmak icin ciddi caba gosteren ogrencilere sahit oldum.  Tekrarlanan yarislar sonunda finale kalan ogrencilere klupler burs teklif ediyor. Kaan bu teklifi ilk yuzmesinde almisti. Sonradan bizim okulun yuzme hocasi ile konustugumda kendi kizinin ve arkadaslarinin bu yarislara hazirlanmak icin nasil caba gosterdigini ve kendisinin de onlara nasil antrenman yaptirdigini anlatinca aslinda ciddi bir yaris oldugunu anladim.

Yuzme doneminde bir de gidip milli takima bir bakalim dedik. Zaten ayni havuzda ama tabiki kulvarli kisimda yuzuyorlar. Yaklasik ayni saatlerde yuzdugumuz icin de sporcularin durumlarini gorebiliyorduk. Aldigimiz bilgi “milli takima girmek icin yine ayni sart gecerli “ Katar’li veya Doha dogumlu olmak.” Bizim icin Imkansiz. Bu kural o kadar  iclerine islemis ki yasadigimiz sitede yan komsumuz ailenin babasi Milli Takim Jimnastik antrenoru ve oglu George 15 yasinda ve bransinda Katar birincisi olmasina ragmen Milli takima giremiyor.

Milli  yuzuculerin seviyeleri  gayet iyiydi ve Rus antrenorler tarafindan calistiriyorlar. Yuzerken onlara tempo veren kisiler ile yuzduklerini gorduk. Antrenman sirasinda ozel hazirlanmis proteinli sivilardan iciyorlar. Uzerlerindeki ilgi son derece yuksek gorunuyordu.

Bu denemelerimiz tam da Aralik ayinin ikinci yarisinda Katar’da gerceklesen uslararasi Arap oyunlari sirasinda oluyor. Sporcularin performanslarinin peak yaptigi donemde.

Milli takima girmek hayatta bir donum noktasi olusturuyor. Bir kere Katar pasaportunuz oluyor ki bu Pasaport su anda Ingiliz pasaportundan daha degerli deniliyor. Ikinci ise milli sporculara inanilmaz paralar oduyorlar. Kazansin kazanmasin gittigi her karsilasmanin jestini aliyorlar. E bir de kazanirlarsa dusunun gerisini. Bunlari Kaan’a, milli sporcu olan okuldaki hocasi  anlatmis.

Gecenlerde calistigim okulda bir kiz ogrencinin Katar yuzme Milli takiminda oldugunu ogrendim. Yuzme Kiz Milli takimi oldugunu bilmiyordum dogrusu. Tesettur halleri ile nasil yuzuyorlar acaba? Cunku yuzme sirasinda vucutta suyla temas halinde olan bu giysiler cok onemlidir. Ayrica, aklima erkek seyirci veya  hakem oluyormu, fotograf cekiyorlar mi gibi bir cok soru geldi. Merak ettim dogrusu. Ogrenip haber veririm. Aralik ayinda gerceklestirilen Arap oyunlarinin reklamlarinda gormustum. Kiz sporcular tesettur versiyonu sporcu kiyafeti giyiyorlar.

Spor kluplerinin disinda Federasyon olarak Tenis cok guclu. Daha once de anlatmistim. Yilda iki kez dunyanin sayili organizasyonlarindan olan erkekler ve kadinlar kupasi duzenleniyor. Dunyanin en iyi teniscileri geliyor. Sponsorlari Rolce-Rolce ve Rolex olunca inanilmaz bir lux cikiyor ortaya. Turkiye’den bir donusumuzde havaalaninin disinda bir baktik metrelerce Rolce- Rolce. Daha once bir tanesini yakindan gormuslugum varmidir ki hic hatirlamiyorum. Sorunca dediler ki “Sporculari karsilamaya geldiler”

Gecen seneki erkekler sampiyonasi oncesi Nadal ve Federer icin denizin ustunde yuzer bir kort yaptilar. Ikisi bu yuzen kortta arkalarinda Doha’nin gokdelenleri esliginde Tenis oynamaya calistilar. Buyuk reklam oldu.

Biz iki yildir hem bayanlar hem de erkekler yarislarini elimizden geldigince yerinden izliyoruz. Bu anilarimi yazmistim. Hayatimda bir kez olsun tenis maci seyretmemis bir kisi olarak benim icin ilginc deneyimler bunlar. Hadi biz buradayiz ama dunyanin her yerinden insanlar gelip bu maclari izlediklerine sahit olmustuk. Hatta bir de Istanbul’dan gelen Turk ile karsilasmistik.

Bizim gibiler icin Tenis kortu veya  hoca ile kort kiralamak, bu maclara bilet almak gayet ulasilabilir fiyatlarda. Ornegin kort +tenis sahasi 1 saatlik ucreti 150 QR yani 75 TL.Sadece kort fiyati ise 30 QR’a kadar dusmustu birara. Bizde Kaan ve ben bunun epey keyfini cikarmis bu sayede Tenis ile tanismistik.Rus genc bir kari koca ile konusurken onlar da ayni mutluluklarini dile getirdiler. Ulkelerinde cok cok daha kotu kosullardaki kortlara muthis paralar odediklerini soylediler.  Teniste en iyiler Filipinliler. Bunlar maile geliyorlar. 4 yasindan sonra cocuklar tenise basliyorlar.

Golf Klup buranin ikinci etkin federasyonu. Cok guzel bir bahcede bulunan tesislerinde vakit gecirmek icin arada gidiyoruz.. Ayrica burada icki de servis ediliyor. Dolayisi ile yemyesil bir ortamda elinizde ickiniz guzel sohbetler yapilabiliyor. Golf sporu ile yakinlasmamiz bahcenin otesine gecemedi henuz. Ama cilgin Golfculer var. Inanilmazlar. Ozellikle de UK. Liler. Gecenlerde gittigimizde gorduklerimize inanamadik. Arabayi park edilen yerden oturacagimiz 100m. yere sicaktan yuruyemedik ve bunlarin “Buggy” denilen arabalarina bindik, ardindan da arkadaslarin zorlamasi ile balkonda oturunca sicaga maruz kalmis olduk. Dayanamadik apar topar eve geldik. Uzun sure kendimize gelemedik. Boylece buraya geldigimizden beri Ilk defa sicak soku yasamis olduk. Bu Ingilizler inanilmaz o sicakta deli gibi viski icip golf oynuyorlardi. Bizim bolum baskaninin kocasi buranin yoneticisi bu insanlar yazin sicaginda da ayni seyleri yaptiklarini soyledi

. Bizim gordugumuz kipkirmizi suratla cilginca yaristiklari idi.

 Burasi Tenis klupten daha Western.  Ingilizlerin disinda Golf ile en cok uzakdogulular ama Guney Koreliler ve Japonlar ilgileniyor sanirim. Ama bunlar inanilmaz disiplinliler hayatin her alaninda oldugu gibi.
 

Golf Klupte yilda bir kez uluslararasi yarisma duzenliyor. Tyger Woods disinda tum meshurlar geliyorlarmis. Tyger Woods'un gelmemesinin nedeni olarak Abu Dhabi’nin kendisine 3 milyon $ odeyerek anlasma yaptigini ve bu anlasma cercevesinde baska bir ulkede yarismasini yasakladigini soyledi. Bu 3 milyonun disinda yaris kazanirsa da artisi oluyormus.

Ne hayatlar var degil mi?

Bir baska konu ise Ingiliz erkeklerin Golf klupteki halleri. Bu insanlar tum gunlerini buyuk ekran tv.nin karsisinda futbol maci izleyip icki icerek geciriyorlar. Bolumdeki Ingilizler ile konusunca Ingiliz erkeklerin bu model oldugunu soylediler. Inanilmaz. Kadinlar bir sekilde calisip cocuklar ile ilgilenirken bunlar zevkten sasirmis durumdalar. Benim aklima ilk gelen ulkelerin refah seviyesi arttikca insanlarin tembellestikleri oldu. Keseden yemekteler. Tabiki Ingiltere’nin su anki ekonomik durumunu dusunmeyin lutfen.

Sadece anadileri Ingilizce oldugu icin en iyi islere kolaylikla ulasabiliyorlar. Bir de kimlikleri cok degerli bulunuyor. Osmanli atalarimiza ne kadar kizsak azdir, Ataturk keske daha uzun yasayabilseydi deyip duruyorum kendi kendime.

Yasayan canlilarin bir yasam egrisi vardir. Bu can egrisi gibi birsey. Cok calisarak cogalirlar, refah seviyeleri artar ama doyum noktasindan sonra birbirlerini yerler. Bu egri bir mikroorganizmadan baslayarak ulkelere  kadar genis bir yelpazede gorulebilir.

Bu ilginc aciklamadan sonra dusunun bakalim kim nerede?

Thursday, 23 February 2012

SPOR GÜNÜ

21/02/2011
Spor Bayramı
Katar devleti hepimize yine güzel bir sürpriz yaptı ve 14 Şubat’ı ‘’Ulusal Spor günü’’ olarak ilan ediverdi. Ediverdi diyorum çünkü bu son 15 -20 gün içinde gelişen bir olay. Hatta birkaç gün öncesine değin ‘’milli Tatil’’ kapsamında olup olmayacağı bile belli değildi. Okullarda bile. Hatta bizim okulumuz 7 Şubat için hazırlanmıştı. Tüm program yapılmış bizlere de iletilmişti.  Aniden Milli eğitimden gelen yazı ile program iptal ediliverdi ve denildi ki;
‘’ spor günü 14 Şubat olarak belirlenmiştir. Bu tarihte okul olmayacak öğrencilerimizi aşağıdaki listedeki yerlerde spor etkinliklerine katılmaları için cesaretlendiriniz.’’
Bu yazıyı tatil öncesi son iki gün içerisinde iki defa ilettiler. Aman unutmayın diye. Okulumuzun zavallı Beden Eğitimi bölümü’’ boş yere program hazırlamış oldular. Neyse, bu da olayın bir başka boyutu. Bu ülkenin çalışma biçimi. Önce yaptırırlar, sonra istedikleri gibi karar değiştirirler.
 Spor günü son birkaç yıldır milli tatil olmadan kutlanıyormuş. Hatta geçen sene Kaan’da böyle bir program dahilinde bir çok etkinlikte bulunmuştu. Ama hani okulun sportmen çocuklarının alınıp bir tesiste toplayarak, yarıştırılması üzerine bir spor etkinliği. Geride kalanlar okulda derslere devam ediyorlardı. Herkes de işinde gücünde. Bu yıl farkındalığı arttırmak, devlet olma yolunda bir ulusal gün daha yaşamak için  aniden 14 Şubat Spor Günü oldu ve her yer tatil oluverdi. En tatilsiz İnşaat şirketlerine kadar. Hatta gördüğümüz kadarı ile şirketler devletle samimiyeti bozmamak için maddi- manevi inanılmaz destek verdiler.
Arada söylüyorum. Ülkenin en önemli sağlık sorunlarından biri Obezite ve buna bağlı kalp-damar, kanser gibi hastalıklar. Çözüm yollarından en önemlisi spor yapmak ve sağlıklı beslenmek. İşte yaratılan bu yeni bayramımız sadece spor değil sağlıklı beslenme kültürünü de geliştirmeyi amaçlıyor.
Tabi ki eminim fikir Şeyha’mız Hanımefendiden gelmiştir.
Bir gece önce Kemal,  eve ertesi gün tatil müjdesi ile geldi. Bu sevinçle ertesi gün erkenden kalktım. Dışarıya bir baktım hava nasıl güzel anlatamam. Yılın ilk güzel günü. Tıpkı bütün dünyada olduğu gibi bu kış burada da kendi çapında epeyce soğuk geçti. (Gülmeyiniz lütfen. Sabahları ben işe giderken yaklaşık 6’C civarında oluyordu. Ama inat ettik yayıntı olur deyip ısıtıcı almadan geçirdik.)

Bendekibu neşe ve coşku derin uykularında olan sevgili aile üyelerime pek sirayet etmemiş olacak ki  tek nazımın geçtiği Kemal’i sökerek!!! yataktan kalkmasına yardımcı oldum.
Okuldan gönderilen etkinlik programının ekini açamadığım için nerelerde ne etkinlik var bilemiyoruz. Ama duymuştum Kornişte yani buranın kordonunda yürüyüş varmış. Yola koyulduk. Vardığımızda tüm Katar’ın orada olduğunu düşündük. O kadar kalabalık.  Çocuklar için ayrı etkinlikler hazırlamışlar. Şişme çocuk parklarından, basketbol potalarına, yüz boyamasından, etkinliğe katılanlara oyuncaklara kadar. 
 Yürüyüşe başladık. Ben hemen tabiî ki fotoğraf olayına girdim. Birisinden bizi foto çekmesini rica ettik  aaa bir baktık Türk arkadaşlar maile gelmişler. Hem de küçük çocukları ile. Bravo dedik.

Hava bize torpil yapmış. Ne alışık olduğumuz toz, duman, rüzgar, ne çok sıcak ne çok soğuk. Hatta normalde görmeye alışık olmadığımız  güneş bile gökyüzünde pırıl pırıl parlıyor. Yürüyüşe başladık. Yürüyüşün başlangıç noktasına ekip yerleştirmişler. Elinize küçük bir mühür vuruyorlar. 2 km. lik kulvar yapmışlar. Bittiği yerde bir mühür daha. Sonrasında üzerinde ‘’Qatar Sports Day’’ yazan tshirt, şapka  ödülünüzü alıyorsunuz. Kuyruk çok uzun. Ama bakınca kadınlara ayrı kuyruk olduğunu fark ettik. Hemen girdim sıraya ödülümü aldım. Hatta evde çocuklar var deyince 3 tane verdiler. Bize 2 km. az geldi. Devam ettik. Sanırım 10km. filan da yürüdük.
Yol boyunca yarıştan dönenleri gördük. Bizden önce koşu yarışı yapmışlar. Neyse ben koşamam zaten. Bu arada başlangıçtan bitişe kadar devlet ve özel şirketler stant kurmuşlar, su, elma ve muz dağıtıyorlardı. Dedim ya bu etkinliğin bir amacı da sağlıklı beslenme kültürü oluşturmak diye.  Örneğin,  hiç fast food standı yoktu. Yine dedim ya özel şirketlerde inanılmaz destek vermişti. Buranın meşhur süpermarket zinciri bir elmalar koymuş yemyeşil. Hani reklamlarda olur ya. Ye beni hissi yaratır. Aynen.
Yine buranın  devlet hastanesi koskocaman bir stant kurmuş tansiyon ve kilo ölçüyor, kan şekerine bakıyor ve çıkarken de elimize besinlerin kalori değerini gösteren bir tablo veriyorlar. Bakınca tabloya aman Allahım oluyorsunuz. Çıkışta kahvaltıya peynirli pizza söyleyecektik hemen vazgeçtik.
Bir diğer noktada müzik grupları müzik yapıyorlardı.
Katılım çok yüksekti. Her milletten, her cinsten, her yaştan insan vardı. Hatta en hareketsiz olan Katar’lılar bile. Buralarda çocukların bisiklete bindiğini pek görmezsiniz. Hatta 5-6 yaşındaki çocuğu hala bebek arabasında taşıdıklarına şahit olmuştum. Baktım bisikletli 3-4 yaşında bebeler. Bir başka Katar’lı ayağına şimdiye değin hiç görmediğim robotların ayaklarına benzer veya sakatlarda bulunan gibi bir yürüme aleti takmış. Ama sakat birisi değildi. Alet havalı bir şey.  Birazda bizim sirk cambazlarının bacaklarına taktığını andırıyor. Onunla yürüyor.
Ama yapmayan da yapmıyor. Arap olduğunu düşündüğüm bir amca  millet canhıraş biçimde spor yaparken 250 kiloluk gövdesi ile malak gibi uzanmış çimlere afedersiniz ama poposunu da spor yapanlara çevirmiş yemek yiyor. Manzara o kadar komikti ki. Arada piknik yapan Arap aileler de  gördük maalesef.
Şirketler araba tutmuşlar. Çalışanları ve ailelerine üzerlerinde şirketin isminin ve ‘’Qatar Sports Day’’ yazan Tshirt ve şapka dağıtmış yürütüyorlar. Bunun şirkete bir sürü faydası olduğunu düşündük Kemal ile. Devletin bayramını destekleyerek devletle arayı sıcak tutmadan, şirket reklamının yapılmasına hatta elemanlarda motivasyon oluşturmaya kadar. Çünkü gelenler daha çok Hintliler, Filipinlilerin çalıştığı şirketler olunca bu insanların gerçekten motivasyona ne kadar ihtiyaçları olduğu tartışılmaz bir gerçek. Çok akıllıca. Bir atışta on kuş vurmak derim ben buna.
Bizi yaklaşık 2 saat yürüdük. Arada fotolar çektirdik. Sonrasında kalbimiz ferahlamış olarak eve geldik.
Ben aslında öğleden sonra da şehrin spor merkezi olan Aspire Zone’a gitmek istedim de Kemal bayıldığı için gidemedim.

Ertesi gün işte konuşurken öğrendim. Tüm gün boyunca şehrin her tarafında etkinlikler olmuş. Hatta İslam Merkezinde bile. İnanılmaz.  Özellikle de Üniversitelerde. North Atlantik’teki hocam Susana’dan biliyorum. Dersler yoktu ama etkinliğe destek amacı ile hocaların okula gelmesi istendi.
Yine bu konuşmalar sırasında öğrencilerimizin pek çoğunun evden dışarı çıkmadığını duyunca doğrusu üzüldüm. Ama bazılarının erkek kardeşleri aktivitelere katılmış. Bir de komik bir şey söylediler. Yapılan koşu yarışı iptal edilmiş, çünkü yarışmacılardan çoğu kulvarları terk edip kısa yollardan gidince skorlar alt üst olmuş.
Geçenlerde Hürriyet Gazetesinden Yonca Tokbaş’ın bir yazısını okudum. Kendisi Dubai’de yaşıyor. Buraların spor anlayışını anlatan bir yazı. Çok hoşuma gitti. Ekliyorum. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19876824.asp

Hem yaşadığımız spor günü hem de Yonca Tokbaş’ın yazısı ardından Türkiye’de son zamanlarda yaşanan 19 Mayıs Bayramı kutlamaları kararını düşündüm. Geriye doğru gidişimiz o kadar çarpıcı geldi ki bana. Burada insanlar Spor’un değerini yeni keşfederken biz 96 yıldır kutladığımız spor bayramından  vazgeçiyorduk.
Olayın bir başka boyutu spor’un ve Türkiye’deki 19 Mayıs Kutlamalarının anlamı, yapılış biçimi. Evet bizde spor zevk alma değil yarıştır. Hazmetme değil, her türlü kirli oyuna da zemin hazırlayacak denli kıyasıya rekabettir. Nerede kalmış olayın dostluk ve bedensel, zihinsel gelişmeye destek olması boyutu. Peki böyle yapıyoruz da sporda çok başarılı olabiliyormuyuz? Büyük klüplere bir bakın hep devşirme sporcular. Kalıcı olmaktan çok,  günü kurtarmaya yönelik adımlar.
19 Mayıs kutlamaları nasıl çıkmış. Geçenlerde bu konuda bilgilendirici bir mail aldım. Onu  ekliyorum.
 akp hükümeti 19 Mayıs Bayramı’nı kaldırmak için düğmeye bastı.
Nazlı Ilıcak CNN TÜRK’teki “Dört Bir Taraf” programında 19 Mayıs törenlerinin Nazi Almanya’sından örnek alındığını söyledi.
Ne yazık ki Altan Öymen bir yanıt veremedi. Oysa…
Soner Yalçın Hürriyet gazetesinde kaleme aldığı yazısında, 19 Mayıs Bayramı törenlerinde gençlerin neden beden eğitimi yaptıklarının tarihsel sürecini anlatmıştı.
12 Mayıs 1916’da Kadıköy İttihatspor (bugünkü Fenerbahçe) sahasında Darülmuallim’in (Erkek öğretmen okulu) öğrencileri Selim Sırrı (Tarcan) nezaretinde Osmanlı tarihinde ilk kez toplu halde beden terbiyesi/eğitimi gösterisi yaptılar.
Ne Nazi Almanya’sı?
Bu “Jimnastik Şenlikleri” adı verilen törene katılan öğrenciler arasında Altan Öymen’in babası Hıfzırrahman Raşit Öymen de vardı!
12 Mayıs 1916’dan sonra bu beden eğitimi bayramı her yıl mayıs ayının üçüncü Cuma günü “Jimnastik Şenlikleri”, “Mektepler Bayramı”, “İdman Bayramı” adı altında düzenlendi. Gösteriler Cumhuriyet’in ilanından sonra da sürdü. Günü değişmekle birlikte hep mayıs ayı içinde yapıldı. 1936 yılında “İdman Bayramı” şenlikleri ilk kez 19 Mayıs gününe geldi.
Ve bu sebeple, 20 Haziran 1938’de, ulusal bayram ve genel tatiller hakkında 2739 sayılı kanuna ek yasayla, Gazi Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı 19 Mayıs (1919) günü Gençlik ve Spor Bayramı olarak ilan edildi. Öneriyi getiren Beşiktaş’ın efsane futbolcusu Ahmet Fetgeri Aşeni idi…
Nazlı Ilıcak TV’de herkesin gözünün içine baka baka yalan söylüyor. Ve ne kadar kolay “Nazi” sözcüğünü azına alıp bir tarihi lekeleyebiliyor.
Evet, nasıl bu kadar kolay itham ediyorlar.

Doğrusu ben de tarihçeyi bilmiyordum.

Bence en büyük eksiklik bu güzel bayramın halka indirilememesi.  Bildiğiniz üzere bu bayrama sadece devlet okullarında hatta daha çok kıyıda köşedeki okullarında okuyan bir kısım öğrenci katılır ve ikinci dönemin yaklaşık yarısında talim yapmak için okuldan dolayısı ile de derslerinden epeyce uzak kalırlar. O nedenle de lisenin ilk iki sınıfı görevlendirilir. Çocuklar askeri disiplinle, son derece zevk almadan ellerinden geleni yapmaya çalışırlar.
Diğer ülke vatandaşları için 19 Mayıs sadece tatil demektir. Hele hafta sonu ile birleşirse de yemede yanında yat durumu.
Bu bayram ilk defa ilan edildiğinde tabiki Türkiye’nin o günkü şartlarında düşünüldüğü için toplumda spor bilincini oluşturmak için inanılmaz bir farkındalık yaratmıştır. Ama şimdi aradan geçen bunca zaman içerisinde günümüz koşullarına adapte edilip halka indirilemez miydi? Tıpkı burada olduğu gibi rekabet etmeden ailecek spor yapılacak güneşli bir Mayıs günü olarak kutlanamaz mıydı? Kutlamaların kaldırılması geriye gidiş değil midir?
Bir dönem kızların kıyafetlerine takmışlardı. En son artık toptan kaldırmaya karar verdiler.
Bunları düşününce ‘’eller aya biz yaya’’ atasözümüzü hatırladım.

Son olarak Spor günü ile ilgili burada halk arasında yapılan geyiklerden de söz ederek sizde yazımı yüzünüzde gülümseme ile ben de ise  spor gününü her boyutu ile etraflıca anlatabilmiş olmanın   mutluluğu ile bitireyim.
Biliyorsunuz 14 Şubat aynı zamanda Sevgililer günü. Ama yerel halk böyle günleri kutlamak istese de kutlayamıyor. Expatlarda ise bir telaş bir üzüntü. Örneğin benim İngiliz bölüm Başkanımın tasası bizi gerdi.  Kocasına hediye almaya vakti yok, çocuğu ne yapacaz kutlamalar sırasında vs. vs. post modern sorunlar…İşte bu nedenle expatlar arasında ‘’Devlet çaktırmadan günü tatil yaptı bizi mutlu etmek için’’ dendi.
 Eee  peki halk bunu nasıl kutlayacak. Onlar da Sevgili+Spor= Çocuk olarak kendi versiyonlarını oluşturup zaten kalabalık olan ailelerine bir üye daha ekleyerek tabiki’’ geyikleri ile çalkalandık.
Not: Çektiğimizi zannetiğimiz onlarca fotografı makinayı ters tutarak ve kamera modunda çektiğimiz için görüntüler çok anlamsız olmuş. Üzgünüm kendi çektiğim fotoları ekliyemiyorum. Ama internette güzel resimler buldum sizler için.

Wednesday, 22 February 2012

SPOR BAYRAMI

21/02/2011
Spor Bayramı
Katar devleti hepimize yine güzel bir sürpriz yaptı ve 14 Şubat’ı ‘’Ulusal Spor günü’’ olarak ilan ediverdi. Ediverdi diyorum çünkü bu son 15 -20 gün içinde gelişen bir olay. Hatta birkaç gün öncesine değin ‘’milli Tatil’’ kapsamında olup olmayacağı bile belli değildi. Okullarda bile. Hatta bizim okulumuz 7 Şubat için hazırlanmıştı. Tüm program yapılmış bizlere de iletilmişti.  Aniden Milli eğitimden gelen yazı ile program iptal ediliverdi ve denildi ki;
‘’ spor günü 14 Şubat olarak belirlenmiştir. Bu tarihte okul olmayacak öğrencilerimizi aşağıdaki listedeki yerlerde spor etkinliklerine katılmaları için cesaretlendiriniz.’’
Bu yazıyı tatil öncesi son iki gün içerisinde iki defa ilettiler. Aman unutmayın diye. Okulumuzun zavallı Beden Eğitimi bölümü’’ boş yere program hazırlamış oldular. Neyse, bu da olayın bir başka boyutu. Bu ülkenin çalışma biçimi. Önce yaptırırlar, sonra istedikleri gibi karar değiştirirler.
 Spor günü son birkaç yıldır milli tatil olmadan kutlanıyormuş. Hatta geçen sene Kaan’da böyle bir program dahilinde bir çok etkinlikte bulunmuştu. Ama hani okulun sportmen çocuklarının alınıp bir tesiste toplayarak, yarıştırılması üzerine bir spor etkinliği. Geride kalanlar okulda derslere devam ediyorlardı. Herkes de işinde gücünde. Bu yıl farkındalığı arttırmak, devlet olma yolunda bir ulusal gün daha yaşamak için  aniden 14 Şubat Spor Günü oldu ve her yer tatil oluverdi. En tatilsiz İnşaat şirketlerine kadar. Hatta gördüğümüz kadarı ile şirketler devletle samimiyeti bozmamak için maddi- manevi inanılmaz destek verdiler.
Arada söylüyorum. Ülkenin en önemli sağlık sorunlarından biri Obezite ve buna bağlı kalp-damar, kanser gibi hastalıklar. Çözüm yollarından en önemlisi spor yapmak ve sağlıklı beslenmek. İşte yaratılan bu yeni bayramımız sadece spor değil sağlıklı beslenme kültürünü de geliştirmeyi amaçlıyor.
Tabi ki eminim fikir Şeyha’mız Hanımefendiden gelmiştir.
Bir gece önce Kemal,  eve ertesi gün tatil müjdesi ile geldi. Bu sevinçle ertesi gün erkenden kalktım. Dışarıya bir baktım hava nasıl güzel anlatamam. Yılın ilk güzel günü. Tıpkı bütün dünyada olduğu gibi bu kış burada da kendi çapında epeyce soğuk geçti. (Gülmeyiniz lütfen. Sabahları ben işe giderken yaklaşık 6’C civarında oluyordu. Ama inat ettik yayıntı olur deyip ısıtıcı almadan geçirdik.)
Bendeki bu neşe ve coşku derin uykularında olan sevgili aile üyelerime pek sirayet etmemiş olacak ki tek nazımın geçtiği Kemal’i sökerek!!! yataktan kalkmasına yardımcı oldum.
Okuldan gönderilen etkinlik programının ekini açamadığım için nerelerde ne etkinlik var bilemiyoruz. Ama duymuştum Kornişte yani buranın kordonunda yürüyüş varmış. Yola koyulduk. Vardığımızda tüm Katar’ın orada olduğunu düşündük. O kadar kalabalık.  Çocuklar için ayrı etkinlikler hazırlamışlar. Şişme çocuk parklarından, basketbol potalarına, yüz boyamasından, etkinliğe katılanlara oyuncaklara kadar.  Yürüyüşe başladık. Ben hemen tabiî ki fotoğraf olayına girdim. Birisinden bizi foto çekmesini rica ettik  aaa bir baktık Türk arkadaşlar maile gelmişler. Hem de küçük çocukları ile. Bravo dedik.
Hava bize torpil yapmış. Ne alışık olduğumuz toz, duman, rüzgar, ne çok sıcak ne çok soğuk. Hatta normalde görmeye alışık olmadığımız  güneş bile gökyüzünde pırıl pırıl parlıyor. Yürüyüşe başladık. Yürüyüşün başlangıç noktasına ekip yerleştirmişler. Elinize küçük bir mühür vuruyorlar. 2 km. lik kulvar yapmışlar. Bittiği yerde bir mühür daha. Sonrasında üzerinde ‘’Qatar Sports Day’’ yazan tshirt, şapka  ödülünüzü alıyorsunuz. Kuyruk çok uzun. Ama bakınca kadınlara ayrı kuyruk olduğunu fark ettik. Hemen girdim sıraya ödülümü aldım. Hatta evde çocuklar var deyince 3 tane verdiler. Bize 2 km. az geldi. Devam ettik. Sanırım 10km. filan da yürüdük.
Yol boyunca yarıştan dönenleri gördük. Bizden önce koşu yarışı yapmışlar. Neyse ben koşamam zaten. Bu arada başlangıçtan bitişe kadar devlet ve özel şirketler stant kurmuşlar, su, elma ve muz dağıtıyorlardı. Dedim ya bu etkinliğin bir amacı da sağlıklı beslenme kültürü oluşturmak diye.  Örneğin,  hiç fast food standı yoktu. Yine dedim ya özel şirketlerde inanılmaz destek vermişti. Buranın meşhur süpermarket zinciri bir elmalar koymuş yemyeşil. Hani reklamlarda olur ya. Ye beni hissi yaratır. Aynen.
Yine buranın  devlet hastanesi koskocaman bir stant kurmuş tansiyon ve kilo ölçüyor, kan şekerine bakıyor ve çıkarken de elimize besinlerin kalori değerini gösteren bir tablo veriyorlar. Bakınca tabloya aman Allahım oluyorsunuz. Çıkışta kahvaltıya peynirli pizza söyleyecektik hemen vazgeçtik.
Bir diğer noktada müzik grupları müzik yapıyorlardı.
Katılım çok yüksekti. Her milletten, her cinsten, her yaştan insan vardı. Hatta en hareketsiz olan Katar’lılar bile. Buralarda çocukların bisiklete bindiğini pek görmezsiniz. Hatta 5-6 yaşındaki çocuğu hala bebek arabasında taşıdıklarına şahit olmuştum. Baktım bisikletli 3-4 yaşında bebeler. Bir başka Katar’lı ayağına şimdiye değin hiç görmediğim robotların ayaklarına benzer veya sakatlarda bulunan gibi bir yürüme aleti takmış. Ama sakat birisi değildi. Alet havalı bir şey.  Birazda bizim sirk cambazlarının bacaklarına taktığını andırıyor. Onunla yürüyor.
Ama yapmayan da yapmıyor. Arap olduğunu düşündüğüm bir amca  millet canhıraş biçimde spor yaparken 250 kiloluk gövdesi ile malak gibi uzanmış çimlere afedersiniz ama poposunu da spor yapanlara çevirmiş yemek yiyor. Manzara o kadar komikti ki. Arada piknik yapan Arap aileler de  gördük maalesef.
Şirketler araba tutmuşlar. Çalışanları ve ailelerine üzerlerinde şirketin isminin ve ‘’Qatar Sports Day’’ yazan Tshirt ve şapka dağıtmış yürütüyorlar. Bunun şirkete bir sürü faydası olduğunu düşündük Kemal ile. Devletin bayramını destekleyerek devletle arayı sıcak tutmadan, şirket reklamının yapılmasına hatta elemanlarda motivasyon oluşturmaya kadar. Çünkü gelenler daha çok Hintliler, Filipinlilerin çalıştığı şirketler olunca bu insanların gerçekten motivasyona ne kadar ihtiyaçları olduğu tartışılmaz bir gerçek. Çok akıllıca. Bir atışta on kuş vurmak derim ben buna.
Bizi yaklaşık 2 saat yürüdük. Arada fotolar çektirdik. Sonrasında kalbimiz ferahlamış olarak eve geldik.
Ben aslında öğleden sonra da şehrin spor merkezi olan Aspire Zone’a gitmek istedim de Kemal bayıldığı için gidemedim.

Ertesi gün işte konuşurken öğrendim. Tüm gün boyunca şehrin her tarafında etkinlikler olmuş. Hatta İslam Merkezinde bile. İnanılmaz.  Özellikle de Üniversitelerde. North Atlantik’teki hocam Susana’dan biliyorum. Dersler yoktu ama etkinliğe destek amacı ile hocaların okula gelmesi istendi.
Yine bu konuşmalar sırasında öğrencilerimizin pek çoğunun evden dışarı çıkmadığını duyunca doğrusu üzüldüm. Ama bazılarının erkek kardeşleri aktivitelere katılmış. Bir de komik bir şey söylediler. Yapılan koşu yarışı iptal edilmiş, çünkü yarışmacılardan çoğu kulvarları terk edip kısa yollardan gidince skorlar alt üst olmuş.
Geçenlerde Hürriyet Gazetesinden Yonca Tokbaş’ın bir yazısını okudum. Kendisi Dubai’de yaşıyor. Buraların spor anlayışını anlatan bir yazı. Çok hoşuma gitti. Ekliyorum. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19876824.asp
Hem yaşadığımız spor günü hem de Yonca Tokbaş’ın yazısı ardından Türkiye’de son zamanlarda yaşanan 19 Mayıs Bayramı kutlamaları kararını düşündüm. Geriye doğru gidişimiz o kadar çarpıcı geldi ki bana. Burada insanlar Spor’un değerini yeni keşfederken biz 96 yıldır kutladığımız spor bayramından  vazgeçiyorduk.
Olayın bir başka boyutu spor’un ve Türkiye’deki 19 Mayıs Kutlamalarının anlamı, yapılış biçimi. Evet bizde spor zevk alma değil yarıştır. Hazmetme değil, her türlü kirli oyuna da zemin hazırlayacak denli kıyasıya rekabettir. Nerede kalmış olayın dostluk ve bedensel, zihinsel gelişmeye destek olması boyutu. Peki böyle yapıyoruz da sporda çok başarılı olabiliyormuyuz? Büyük klüplere bir bakın hep devşirme sporcular. Kalıcı olmaktan çok,  günü kurtarmaya yönelik adımlar.
19 Mayıs kutlamaları nasıl çıkmış. Geçenlerde bu konuda bilgilendirici bir mail aldım. Onu  ekliyorum.
 akp hükümeti 19 Mayıs Bayramı’nı kaldırmak için düğmeye bastı.
Nazlı Ilıcak CNN TÜRK’teki “Dört Bir Taraf” programında 19 Mayıs törenlerinin Nazi Almanya’sından örnek alındığını söyledi.
Ne yazık ki Altan Öymen bir yanıt veremedi. Oysa…
Soner Yalçın Hürriyet gazetesinde kaleme aldığı yazısında, 19 Mayıs Bayramı törenlerinde gençlerin neden beden eğitimi yaptıklarının tarihsel sürecini anlatmıştı.
12 Mayıs 1916’da Kadıköy İttihatspor (bugünkü Fenerbahçe) sahasında Darülmuallim’in (Erkek öğretmen okulu) öğrencileri Selim Sırrı (Tarcan) nezaretinde Osmanlı tarihinde ilk kez toplu halde beden terbiyesi/eğitimi gösterisi yaptılar.
Ne Nazi Almanya’sı?
Bu “Jimnastik Şenlikleri” adı verilen törene katılan öğrenciler arasında Altan Öymen’in babası Hıfzırrahman Raşit Öymen de vardı!
12 Mayıs 1916’dan sonra bu beden eğitimi bayramı her yıl mayıs ayının üçüncü Cuma günü “Jimnastik Şenlikleri”, “Mektepler Bayramı”, “İdman Bayramı” adı altında düzenlendi. Gösteriler Cumhuriyet’in ilanından sonra da sürdü. Günü değişmekle birlikte hep mayıs ayı içinde yapıldı. 1936 yılında “İdman Bayramı” şenlikleri ilk kez 19 Mayıs gününe geldi.
Ve bu sebeple, 20 Haziran 1938’de, ulusal bayram ve genel tatiller hakkında 2739 sayılı kanuna ek yasayla, Gazi Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı 19 Mayıs (1919) günü Gençlik ve Spor Bayramı olarak ilan edildi. Öneriyi getiren Beşiktaş’ın efsane futbolcusu Ahmet Fetgeri Aşeni idi…
Nazlı Ilıcak TV’de herkesin gözünün içine baka baka yalan söylüyor. Ve ne kadar kolay “Nazi” sözcüğünü azına alıp bir tarihi lekeleyebiliyor.
Evet, nasıl bu kadar kolay itham ediyorlar
Doğrusu ben de tarihçeyi bilmiyordum.
Bence en büyük eksiklik bu güzel bayramın halka indirilememesi.  Bildiğiniz üzere bu bayrama sadece devlet okullarında hatta daha çok kıyıda köşedeki okullarında okuyan bir kısım öğrenci katılır ve ikinci dönemin yaklaşık yarısında talim yapmak için okuldan dolayısı ile de derslerinden epeyce uzak kalırlar. O nedenle de lisenin ilk iki sınıfı görevlendirilir. Çocuklar askeri disiplinle, son derece zevk almadan ellerinden geleni yapmaya çalışırlar.
Diğer ülke vatandaşları için 19 Mayıs sadece tatil demektir. Hele hafta sonu ile birleşirse de yemede yanında yat durumu.
Bu bayram ilk defa ilan edildiğinde tabiki Türkiye’nin o günkü şartlarında düşünüldüğü için toplumda spor bilincini oluşturmak için inanılmaz bir farkındalık yaratmıştır. Ama şimdi aradan geçen bunca zaman içerisinde günümüz koşullarına adapte edilip halka indirilemez miydi? Tıpkı burada olduğu gibi rekabet etmeden ailecek spor yapılacak güneşli bir Mayıs günü olarak kutlanamaz mıydı? Kutlamaların kaldırılması geriye gidiş değil midir?
Bir dönem kızların kıyafetlerine takmışlardı. En son artık toptan kaldırmaya karar verdiler.
Bunları düşününce ‘’eller aya biz yaya’’ atasözümüzü hatırladım.
Son olarak Spor günü ile ilgili burada halk arasında yapılan geyiklerden de söz ederek sizde yazımı yüzünüzde gülümseme ile ben de ise  spor gününü her boyutu ile etraflıca anlatabilmiş olmanın   mutluluğu ile bitireyim.
Biliyorsunuz 14 Şubat aynı zamanda Sevgililer günü. Ama yerel halk böyle günleri kutlamak istese de kutlayamıyor. Expatlarda ise bir telaş bir üzüntü. Örneğin benim İngiliz bölüm Başkanımın tasası bizi gerdi.  Kocasına hediye almaya vakti yok, çocuğu ne yapacaz kutlamalar sırasında vs. vs. post modern sorunlar…İşte bu nedenle expatlar arasında ‘’Devlet çaktırmadan günü tatil yaptı bizi mutlu etmek için’’ dendi.
 Eee  peki halk bunu nasıl kutlayacak. Onlar da Sevgili+Spor= Çocuk olarak kendi versiyonlarını oluşturup zaten kalabalık olan ailelerine bir üye daha ekleyerek tabiki’’ geyikleri ile çalkalandık.
Not: Çektiğimizi zannetiğimiz onlarca fotografı makinayı ters tutarak ve kamera modunda çektiğimiz için görüntüler çok anlamsız olmuş. Üzgünüm ama foto ekliyemiyorum.
Resimler  internetten ben çekmedim..

Saturday, 14 January 2012

Yine- yeni- yeniden EĞİTİM, EĞİTİM, EGİTİM…

13/01/2012
Kaan’ın halen bir öğrenci, benim ise bir okulda çalışıyor olmam ayrıca CNU-Q(College of North Atlantic-Qatar) dan 5 haftalığına ders almam, ardından Üniversite’de çalışma başvurularım nedeni ile buralardaki eğitim hayatı hakkında değişik gözlemlerim oldu. Paylaşmak isterim.
Öncelikle Kaan’dan başlayayım. Bu yıl IB programına başlayıp ta dersler epeyce yoğun olunca dedik özel ders alalım. Ama nereye gidelim, ne yapalım bilmiyoruz. Sorduk soruşturduk. Bu sorup soruşturmalar sırasında deneyimli Türklere soralım dedik ki bulmada çok zorlandık. Çünkü yakın arkadaş grubu içerisinde çocuğu en büyük olan aile biziz ve  IB (International Baccalaureate) programı pek yaygın değil. Genellikle İngilizlerin IGCSE (International General Certificate Secondary Education) ve Amerikalıların SAT (Scholastic Assessment Test) sınavlarına hazırlanılıyor. IB içlerinde en zor olanı deniliyor. Dünyada daha yeni yeni yayılıyor. Dolayısı ile deneyim az.
Danışma deyince 2 Türk tavsiye edildi hatta bir tanesi IB uygulayan bir okulda Matematik bölüm başkanı. Hemen mail attım. Konusu olmasına rağmen sağolsun mailimize cevap bile vermedi.  Bu yaklaşımı hiç anlamadım, anlayamıyacağım ve anlamak da istemiyorum. Alt tarafı ’’IB konusunda hoca arıyoruz bildiğiniz varmı’’ idi sorumuz. Başvurduğumuz öteki kişinin ise defalarca aramamız sonrasında ağzından kerpetenle laf alabildik ve aldığımız bu  yalap şalap bilgi ile hareket ettik ve neler ile karşılaştık bir bilseniz.
Tavsiye ettiği yer özel ders merkeziydi. Buralardaki adı ile ‘’Learning Center’’.Tam kurban bayramı öncesi defalarca telefon etmemize rağmen ne telefonu açtılar ne de telefonun sekreterine  bıraktığımız mesaja cevap verdiler. Neyse Kemal’in yılmayıp bilmem kaçıncı aramasından sonra 10 gün sonraya randevu alabildik. Randevulaştığımız saatte oradaydık. Burası villadan bozma 2 katlı bir bina. Odalarda,  gruplar veya tek tek halde ders alınıyor. Dediler bir sınav yapalım seviyesini görelim. Tamam dedik. Kaan bu ani sınav ile çok memnun!!! bir şekilde sınava girdiğinde bize hemen sınavlar her biri 400 QR dediler. Yani toplamda 800 QR + bir de 200 QR kayıt parası. Toplam 1000 QR. Türk parası 400 TL. Seviye tespit sınavı ücreti. Hani şu tüm dershanelerin Türkiye’de bedava yaptığı ve hiç bir kayıt ücreti almadığı sınav. Ben hemen ‘’ aaa çok pahalı, gidelim’’ dedimse de Kemal mucize beklediği için kalalım da ısrar edince basiretimiz bağlandı kaldık. Kalmaz olaydık. Sınav sonuçları aslında son derece sevindirici idi. Yapılan teste göre Kaan Matematikte iki sınıf üstte, İngilizce de ise sınıfı seviyesinde bulunmuştu. İnternational bir okulda İngilizcede sınıf seviyesinde olması bile müthiştir. Çünkü sınıf demek sınıfta anadili İngilizce olanlar ile aynı seviyede olması demektir. Tüm bu mutlu sonuçlara rağmen sınav sonucuna göre eksik olduğunu gördükleri noktaları tamamlayıp para kazanmak için bir yıllık bir program yapmışlar ki sormayın. Kaan’ın 1 yıllık okul ücreti ayarında bir para. Şaşırmaya devam ediyoruz. Hadi dedik bir örnek ders alsın. Aynı hoca Fizik, Kimya , Matematik ve Biyoloji veriyor. Nasıl olur dedik. Hocamızın eğitimi süper dediler. Gördük. Ertesi gün bu süper hoca gündüz çalıştığı okuldan koşa koşa merkeze gelmiş olmalı ki ders başlar başlamaz yemeğe fırsat bulamadığı dürümünü yemeğe başladı. Özel ders talep ettiğimiz halde bir masa etrafına iki tanesi ilkokul seviyesinde ve bir de Kaan olmak üzere topladığı çocuklara köy okullarında öğretmen açığı ile 5 sınıfın bir arada tek öğretmen ile ders alması misali ders verdi. Üstüne üstlük bu harika olarak nitelendirilen kişi Kaan’ın sorularına da cevap da verememiş. İngilizce derste böyle geçince kararımız kesinleşti ‘’bize eyvallah’’ dedik. Parayı vermemiştik. Nasıl arayıp soruyorlar. En sonunda Kemal dayanamadı gidip verdi. Konuştuğunda ‘’bizim sistemimiz bu’’ deyip işin içinden çıkıvermişler. Belirtmeliyim. Dünya çapında her yerde şubeleri var.
Sonradan yaptığımız araştırmalarda bunlardan başka bu işlerden para alanını da duymadık, görmedik. Danıştığımız kişi bunu bize önceden söyleyebilirdi. Ama ağzından lafları o kadar arama sonrası kerpetenle alabildik ki...
Özel ders dünyasının başdöndürücü boyutunu görünce resmen irkildik. En basiti 200 QR’dan başlıyor. 80 TL. karşılığı.  400-500 QR seviyesine kadar çıkıyor. Aynen Türkiye’deki gibi bu işlerden inanılmaz para kazanan insanlar var. Native speaker’lar alt yapıları ne olursa olsun inanılmaz avantajlılar. Örneğin bizim bölüm hocalarından İngiliz olanı ve aslında eczacı olup sadece  5 yıldır öğretmenlik yapmasına rağmen  gelir gelmez derslere başladı ve birkaç ay içerisinde maaşından fazla para kazanmaya başladığını söylüyor. Aileler ilkokulda okuyan çocukları için bile çağırıyor bu kişiyi. Arkadaş ‘’ vallahi hiç bir şey yapmıyorum. Çocuğun yanında oturuyorum o ev ödevini yapıyor ben de izliyorum ‘’ diyor. Derslere yetişmek için araba bile almasına gerek kalmadı. Aileler özel şoförleri ile aldırıp - bıraktırıyorlarmış. Ona ‘’bir şey yapmanıza gerek yok sadece çocuğumuzla konuşun’’ diyorlarmış.  Bu kişi Üniversitede eczacılık okumuş ve üniversite hayatında hiç fizik dersi almadığı halde okulun en büyük sınıflarına fizik dersi veriyor. Konular ilerleyip zorlanınca okul ona bir fizikçi hoca tuttu. Hoca haftanın ilk günü geliyor başlıyor bunun o hafta anlatacağı konulara ona anlatmaya. O da not alıp aynısını sınıfta tekrar ediyor. Başlangıçta bu dışarıdan gelen hocadan alınan bu derslere İngiliz bölüm başkanımız beni de davet ediyordu. Bölüm Başkanı kendisi de katılıyordu zaten. Baktılar ben biraz öne çıkıyorum ve kendi bilgisizlikleri ortaya çıkıyor hemen beni davet etmemeye başladılar. Umurumda mı? Ben zaten biliyorum. Ama onların seviyesini görmek ilginçti tabi ki benim için. Düşünün böyle hocadan ders alıp anlatan kişilere  sadece native speaker olduğu için veliler yalvarıyorlar kızlarına Fizik dersi versin diye. İşte size İngilizlerin dünyayı aptallaştırmasına bir örnek. Hep bu tür yaklaşımlar ile karşılaştığımda dilin bilginin önüne nasıl geçtiğini düşünüp hayıflanıyor, Atalarımız Osmanlılara da dünyadaki egemenliklerini nasıl hoyratça kaybettikleri için kızıyorum.
Bu arada bizim İngiliz’e ders anlatan fizikçi Mısırlı. Söylediğine göre 1973’ten beri fizik dersi veriyormuş. İnanılmaz dolu ve saati 400 QR. Rivayete göre ayda 80.000 QR civarı kazanıyormuş. Türk parası ile 30.000 TL. Civarı bir para. Ama gerçekten fizik konularını yalayıp yutmuş adam. En komiği de bu geldiğinde geçiyoruz toplantı salonuna. El sıkışmak filan da yok. Bu hemen kağıdı aldığı gibi en tepesine ‘’ Bismillahirrahmanirrahim’’ diye yazıyor. Ve dersin sonunda hemen her ne konu olursa olsun Kur’an ile bağdaştırıveriyor veya bu konu da Kur’anda şu ayette yazıyor diyor.
Bu konuya gelmişken değinmeden geçmeyeyim. Her Pazar bölüm toplantısı yapıyoruz. Ve Perşembe gününden  gündem dağıtılıyor. Bu hafta bir baktım bir madde. Sordum soruşturdum okulun isteği üzerine konmuş. ‘’Science derslerinin İslam ve Kur’an ile entegrasyonunun sağlanması. Bölüm başkanımız Hıristiyan kendisine ‘’Christiana bölüm başkanı olarak bu görev senin olmalı. Planlamayı sen yap.’’ Dedim. Ne desin güldü tabiî ki.
Buralara gelmemizin önemli nedenlerinden biri de Kaan’ın eğitimi. Özel dersler, sınavlara hazırlık, dershaneler bizi yıldırmıştı. Yaşadığımız tecrübe sonucu buraların da oralardan geri kalır yanı olmadığını gördük. Geçen sene değil ama bu sene bir baktık yine o koşuşturmacanın içerisine girivermişiz. Paramızla rezil oluyoruz. Yeter nereye gidiyoruz deyip kendimize geldik. Son durum’’ oğlum bizi kimseye madara etme kendin yap lütfen demek oldu.’’ Zaten o da bizim yüzümüzden bu işe girişmişti. Sonuca çok sevindiğine eminim.
Biraz da Üniversitelerden bahsedeyim. Qatar’daki Üniversitelerin çoğu Qatar Foundation çatısı altında toplanmış. Qatar Foundation içerisinde devlete bağlı ilk öğretim ve lise ayarında da okullar da var. Hatta öğrenme güçlüğü çeken çocuklar için özel bir merkez ve bir askeri okul da bulunuyor. QF’in imkanlarının çok geniş olduğu söyleniyor. Yalnız Qatar Universitesi ve benim de ders aldığım Colllege of North Atlantic  QF’e bağlı değil. Bu ikisinin kampüsleri yan yana ama Qatar Foundation içerisinde değil. Burada kıstas nedir bilemiyorum. Qatar Foundation’ın halen de inşaatı devam eden çok güzel bir kampüsü var. Katar’dan apayrı bir dünya. Başındaki kişi ise Şeyhin inanılmaz karısı Şeyha Mozah.
QF içerisinde dünyanın öncü Üniversitelerinin şubeleri var. Her bölüm için o konuda en iyi Üniversite hangisi ise o davet edilmiş. Mühendislikten tıbba, hemşirelikten müzeciliğe, güzel sanatlara kadar. Texam A.M. , Carnegie Mellon, North Western, Weill Cornell, George Town, Virginia Commonwealth  vs., vs., vs. Epeyce de Türk çalışan var. Hatta Carnegie Mellon Üniversitesinin başındaki kişi de Türk. İlker Baybars. Belki ismini duyanınız olmuştur. ODTÜ mezuniyeti sonrasında yıllarca Amerika’da aynı Üniversitenin merkezinde çalışmış. Balıkesir doğumlu bizden biri. Üniversite web sayfasına son derece içten ve sıcak bir özgeçmişini koymuş.
Türkiye’de eş- dost- arkadaşlarımdan üniversitede çalışanlara Qatar Foundation’ı araştırmalarını öneriyorum. Bunun bir sürü nedeni var. Öncelikle araştırma bütçesine ayrılar paralar inanılmaz. Her yıl katlanarak artıyormuş. Bunu bir radyo programında işin başındaki kişinin konuşmasından dinlemiştim. Özelikle ülkenin sorunlarına yönelik obezite, kalp-damar hastalıkları, kanser, çevre, deniz bilimleri, eğitim, petrokimya,  konuları öncelikli. Önerimin ikinci nedeni ise sağlanan  imkanların  oldukça yüksek olması. Ev, çocukların eğitim masrafları, yıllık uçak biletleri, sağlık sigortası, yılda bir maaş ikramiye,  ayrılışta tazminat, yaz tatili min. 45 gün ve daha bir sürü tatiller. Tatiller deyince kurban bayramı kesintisiz 10 gün. Yılbaşı 15 gün, dönem tatili1 veya 2 hafta ,paskalya tatili de en azından 1 hafta.Toplamda en az 3 ay yıllık tatil görünüyor. Üniversite çalışanlarının bu imkanlar ile dünyayı gezdiklerini gözlemliyorum.
Üniversiteler haricinde Qatar konferans, seminerlere ev sahipliği de yapıyor. İsmini yaptığı bu kaliteli işlerle duyurmak peşinde. Daha geçenlerde eğitim konusunda bir toplantı yaptı. Şeyha Mozah düşünmüş neden Nobel eğitim ödülü yok diye. O zaman biz verelim demişler ve ilk ödülü Bengladeşten başlayan eğitim hareketini çevre ülkelere de yayarak milyonlarca kişinin kaderini değiştiren bir kişiye verdiler. Bana çok anlamlı geldi. Bu toplantıya bizden Özgür Bolat katılmıştı. Kendisinin konu ile ilgili Hürriyet gazetesindeki köşesindeki linki iletiyorum. Yazıyı okumanızı öneririm. http://www.facebook.com/l.php?u=http%3A%2F%2Fwww.hurriyet.com.tr%2Fyazarlar%2F19155388.asp&h=qAQFzEgvfAQH9NW2EgCyfDQneADu61wwSv-wjF9Ix8wtNJg
Katar’da yine son zamanlarda çok büyük bir doğal gaz rezervi bulunmuş. Şu an dünyanın en zengin devleti. Bu gidişle daha uzun yıllar da böyle olacağını sanıyorum. Ama tüm bu imkanları inanılmaz bir şekilde halkı ile paylaşıyor. Halkın çok önünde eğitimde, sanatta, sporda öncülük yapıyor. Bu durumu gördükçe ülkemizde son günlerde eğitim alanında yaşananlar geliyor aklıma. Göz göre göre geriye gittiğimiz gördükçe boğazıma bir yumruk toplanıyor.

Sunday, 8 January 2012

Şimdi Okullu Oldum Sınıfları Doldurdum…

Nasıl öğrencilik yakışmış mı?
Burada İngilizler ile çalışmaya başlayınca İngilizce konuşmanın ne demek olduğunu anladım. İlk anda bende resmen ‘’eyvah’’hissinin uyandığını belirtmeliyim. Dedim ki ‘’Sanırım ben İngilizceyi hiç bilmiyorum.’’ Yaşadığım gerçek anlamı ile ŞOKtu. Bu öyle bir anlamamazlıktı ki ‘’kelimelerden başlayıp, bazen de ‘’bu insanlar ne hakkında konuşuyorlar acaba’’ya kadar geniş bir spektrumda. Konuşulan bu dil İngilizce ise bize yıllardan beri okullarda öğretilen ve bizim yabancılar ile konuştuğumuz dil ne idi? Bu insanlar deftere ‘’book’’ diyorlar. ‘’Sorry’’ demiyorlar ‘’upset’’ diyorlar, ‘’move’’ demiyorlar ‘’shift’’ diyorlar. Kısa bir süre sonra alışıyorsunuz tabii ki. En sonunda dayanamayıp bu konuyu onlarla konuştuğumda bizim versiyonun son derece ilkel olduğunu öğrenmiş oldum.
Bir başka sorun ise, tam insanların ne dediğine alışıyorsunuz, onlar gidip de yenileri gelince al sana yeni bir iletişim problemi daha oluyor.
Şunu özellikle belirtmeliyim. Dünyada İngilizce ana olarak iki versiyonda konuşuluyor veya öğretiliyormuş. Ben de burada öğrendim. Bir ana dili İngilizce olanlara ve ikinci olarak belki bir yerlerde okumuş veya görmüşsünüzdür ESL veya EFL diye. Yani ‘’English as a Second Language’’ yada ‘’English as a Foreign Language’’. Yani anadili İngilizce olmayanlar için İngilizce. Öğretim metodları farklı olduğu için bunların hocaları bile ayrı oluyormuş. İş ilanlarında bile bu şekilde tanımlandığı artık dikkatimi çekmeye başladı.
En sonunda dayanamadım ben bu işi bilimsel olarak çözmeliyim deyip Kemal’in o sırada gazete ilanında gördüğü Kanada North Atlantic Universitesi akşam kurslarına başvurdum. O sırada Kaan da IELTS sınavlarına hazırlık kurslarına gitmek istedi. Birlikte kayıt yapmaya gittik ama 18 yaşından küçükleri almıyorlarmış o nedenle sadece ben kayıt yaptırabildim.
Seviye tespit sınavı yapacaklarını söylediler. Aldı beni bir telaş. Birden ya düşük not alırda evdekilere rezil olursam derken en üst kura gitmeyi kendime hırs yapıyor buldum kendimi. 1 hafta sonra sınav sonucu açıklandı. Evet en üst kur. Oh dedim bu sonuca ihtiyacım vardı. Yoksa kendimi kötü hissedecektim. En azından okuldakilerle iletişim probleminin benim İngilizce seviyemin düşük olmamasından kaynaklanmadığı kanıtlanmış oldu.
Kurstan beklentim okuldakileri anlayabilmek.  Gittiğim kurs ise ‘’Everyday English’’. Sınıfa giriyorum. Aman Allahım yaşadığım tam bir şok. Bu sınıfta en iyi konuşan benim. Çoğunluk Arap ve müthiş aksanları var. O anda aklım başıma geliyor. Ne bekliyordum ki bu tür kurslara kimler gelir? Tabiki dille problemi olanlar. Yoksa bizim İngilizlerin gelecek hali yok ya. Hemen hocaya durumu anlatıyorum. Hoca istersem Üniversitenin açtığı ’’ Business English’’ or ‘’ Writing’’ gibi kurslara geçebileceğimi ama hepsinde aynı görüntü ile karşılaşacağımı düşündüğünü söylüyor. Biraz takip edeyim bakayım derken sınıftan bir daha ayrılamadım.
Facebook’ta resimler içerisinde CNU-Q albümünden fotolara bakabilirsiniz. Nasıl mutlu 5 hafta geçirdim anlatamam. İngilizceme faydası ‘’eh’’ diyebilirim. Ama Katar’da neler oluyor, Doha’nın en iyi restoranları hangisi, hangi ülkenin yemekleri hangi restoranlarda yenir, değişik kültürler hakkında bilgi (biliyorsunuz bu başlık bile benim için vazgeçilmez), Katar’lılar nasıl yaşar konusundaki gerçekler gerçek Katar’lılardan, dünyada seyahat, eğitim trendleri, vs., vs., vs… hepsini konuştuk.
Sertifikayı alabilmemiz için bir de sunuş yapmamız gerekiyordu. İlgilerini çekeceğini düşündüğüm Türk kahvesi ve kahve seromonisini anlattım. Çok beğenildi. Sınıfta kahve pişiremiyeceğimi düşündüğüm için evde Türk kahvesi pişirip, sonrasında içerken video çekimi yapıp sunuşuma eklemem  çok sansasyonel oldu. Kendimi Sinan Çetin gibi hissettim. Kameraman Kaan ve en iyi erkek oyuncu rolünde ise Kemal vardı. Başıma da buraya gelirken canım komşum Emine teyzemin hediye ettiği geleneksel tülbentimizi bağladım. Bana bu film Oscar alır dediler. Böylece Nobel’den sonra Oscar’a da aday olmaya karar verdim
Diğer sunumlardan, Katarlı bayan arkadaşımızın Ramazan’ın ortalarında Katarlı çocukların iftar sonrasında kapı kapı dolaşıp hediye isteme adetlerini anlatması benim için oldukça ilginçti. Aslında dünya küçük diyorsunuz. Bizde bu adet bayram sabahları yapılır, Hıristiyanlarda ise Hallowen’da. İran’lı İsmayıl İran danslarını tanıttı. Mısırlı arkadaş bize sordu’’ hiç uyumayan şehir neresidir diye. Doğrusu benim aklıma Newyork ve İstanbul geldi. Cevap ‘’Mekke’’ imiş. Kutsal şehir ve Hac olayını anlattı. Kendisi çok genç ve bekar olmasına karşın hacca gitmiş ve çok etkilenmiş.O sırada Sudan’lı İngilizce öğretmeni Sumaia ülkesi Sudan’ı hızlıca tanıtıp dışarıda bekleyen araba ile hac yoluna koyuldu. Allah kabul etsin dedik. Kendisinden Nil Nehrinin Sudan’da doğduğunu ve büyük bölümünün Sudan toprakları içerisinde yol aldığını, Sudan’ın çok yeşil bir ülke olduğunu öğrendik. En kısa zamanda ziyaret etmeye karar verdik. Mısırlı Hıristiyan arkadaş Mısır’ı vebizim Sema gösterilerine benzer ‘tennure’’ dansını tanıttı. Yine dünya küçük dedim. Zaten kendileri de bu dansın sema dansından esinlendiğini kabul ediyorlar. Bulursanız izleyin çok enteresan bir dans. İlk sunumu yapan bendim. Dediler ki bu böyle olmaz biz senden gerçek Türk kahvesi isteriz. Bir sonraki dersin sonu için  organizasyon yapıldı ben Türk Kahvesi pişirdim. Katar’lı arkadaş ısıtıcı getirdi evinden. Aslında hiç güzel kahve pişiremem ama bayıldılar. Çünkü iyisini bilmiyorlardı. Kendimize küçük bir parti verdik, yedik, içtik ve istek üzerine Türk şarkıları dinledik. Maşaallah hepsini biliyorlar.
Biraz da Üniversite Kampus’unden bahsedeyim. Uzun yıllar sonra tekrar Üniversite ortamında olmak benim için oldukça heyecan vericiydi.  Hatta kayda giderken oldukça gençlere özgü kamuflaj pantalonum var onu giydim. 45 yaşımda beyaz saçlarım ile pek uyumluydum. J
Üniversite binası tam iklime uygun tasarlanmış. Binalar arası üstü kapalı geçişler var. Çok modern ve tertemiz her yerde el dezenfektanları asılı. Sınıflar çok modern her türlü teknolojik altyapı kullanıma hazır. Tepegöz istersen perdeyi çek. Bilgisayar elinin altında. İstersen Projektörle yansıt. Tek zorluk binaların içersi çok soğuk olması ve sıcaklığın da ayarlanamaması idi. Bizde çareyi camı açmakta bulduk.
İlk günden bizlere öğrenci numarası verdiler. Bu numara ile Üniversitenin tüm imkanlarından yararlanır olduk. Sosyal alanlar (yogadan, yüzmeye, yürüyüs klübüne kadar). Ben hemen kütüphaneye üye oldum. Kitaplar İngilizce seviyesine göre sıralanmış. Alçak gönüllü bendeniz hemen en alt seviyeden başladım ki hafta sonu 5 kitap birden okudum. Bir tanesi de futbolcu Pele’nin hayatıydı. Bilmiyordum. Sevdim ve saygı duydum kendisine. Ardından 5 tane de DVD aldım. O hafta sonu film ve kitap komasına girdim.  Ama hepsi de enfesti doğrusu. Son derece kaliteli filmlerdi. Oh be dedim kendi kendime Üniversiteli olmak ne güzelmiş. Bunlara ilaveten, Üniversite bize bir de mail adresi verdi ki okulda ne olup bitiyor anlayalım diye. Ayrıca, hocamız bizden bu mail adresi ile hep çalışma istedi. Ben de seve seve yaptım.
Gelelim bu eğitimin bana en büyük faydasına ve hayatımda bıraktığı ize. Kısaca ‘’Değerli ve Sevgili hocamız Susana’’ diye cevap vermek istiyorum. Bu eğitim sayesinde öğretmenlik nasıl yapılırdan, dostluğa uzanan yelpazede gözlemlerim oldu.
Kendisi Güney Amerikalı originli ancak Kanada vatandaşı. Ailecek dünyayı İngilizce ders vererek geziyorlar. Kocası da CNU-Q’da hoca. 8 yaşında oğulları var. Susana size daha önce de bahsetmiş olduğum üzere ESL konusunda uzman hocalardan. Bu sayede her ülkeden , her meslek grubundan insanlarla çalışmış. Bir bakıyorsun doktorlarla çalışıyor, bir bakıyorsun itfaiyecilerde. Dünyanın bir çok ülkesini bu sayede geziyorlar. Gezmeye meraklı bir aile olunca da gittikleri yerlerin hakkını verip etrafı da geziyorlar. Ben onları tanıyalı beri Kurban bayramında Hindistan ve Nepalde iken, yılbaşında 15 gün Malezya’ya gittiler. Hayran oldum. Küçük oğlan da olaya son derece adapte. Hadi gidiyoruz deyince bu ‘’peki’’ deyip şıp diye hazırlanıyormuş. Bayıldım. İşte dedim benim istediğim hayat. Susana’nın hem Kanada vatandaşı olması hem de eşini babasının emekli büyükelçi olması nedeni ile vize sorunları olmaması tabiî ki büyük avantaj.
Gezi boyutu böyle iken bir yandan da eğitimlerine devam etmekteler. Susana bilmem kaçıncı masterını online olarak bir Avustralya üniversitesinde devam ettirmekte. Sürekli kendilerini yenilemelerine bayıldım. Bu arada evde ilkokul öğretmeni yatılı bir bakıcı var. Çocuk ve ev ile de o ilgileniyor. Western bayanların ortak noktası ve bizden en önemli farklılıkları kendilerinden ev işi beklemeyin. Yemek dahil. Ev işleri kesinlikle taşere ediliyor. Onlar kendilerini geliştirmekle meşgul. Onlar için bir kaşık yemek lükstür.
Susana’nın öğretmenlik boyutuna hayran kaldım. Bu kadar saygılı ve müsamahalı, pozitif yaklaşımlı bir hoca daha önce görmemiştim. Benim gibi sıkı kuralları olan biri için çok iyi bir deneyimdi doğrusu. Zaman zaman ‘’ama ne salakça bir cevap insan utanır vermeye’’ veya ‘’bu kadar da uzun konuşulmaz ki’’ dediğim durumlarda bile saygıyla sonuna kadar dinledi. Aslına bakarsanız işinin insanları konuşturmaya teşvik etmek olduğunun son derece farkındaydı. Derslerimiz sınıfın duvarlarını aştı gerçek hayatla buluştu. Bizlere mailler, telefonlarımıza mesajlar attı bizi derse teşvik etti. Bütün bunları dersin içeriği ile örtüştürdü. Bizlerden cevap istedi. Derslerimiz kendisinin espri yeteneği nedeni ile su gibi akıp geçti. Ne kadar yorgun olursam olayım ders başladığı anda tüm yorgunluklarım gitti. Eve inanılmaz enerji ile geldim. Öğretmenlik böyle olmalı dedim.
Bu süreçte kendisi ile diğer öğrencilerden farklı olarak çok hoş bir dostluğumuz oluştu. Halen de devam etmekte. Ayrılırken hepimize ‘lütfen iletişimi kesmeyelim’’ diye salık verdi. ‘’Ders bitti, iş bitti’’ olmadı. Ne zaman yardıma ihtiyacım olsa hep  yanımda gördüm. Birlikte çok güldük. Kendisi en kısa zamanda bizi Türkiyede ziyaret edecek. Kendisine ülkemizi anlatmak benim için büyük mutluluk  olacak.
Yaşadığım 5 haftalık kısacık öğrencilik çok hoşuma gitti. Bu konuda araştırmalarım devam etmekte. Ulaştığım nokta bu yaşta öğrencilikteki farkındalığımın çok daha yüksek olması idi. Gençlerin eğitim hayatlarında yeterince çaba göstermediklerinden yakınıyoruz. Sanıyorum bu durum farkındalıkla açıklanabilir.  Kimbilir belki bir de not stresinin olmayıp bu işi zorunluluktan yapmayıp sadece ve sadece zevkten yapıyor olmamında etkisi olmuştur.
Buralarda eğitim alanında ama Üniversitelerde çalışmak oldukça anlamlı. Sanayiye göre daha sakin ve sürekli tatilleri var. Ayrıca üniversite öğrencileri orta öğretim öğrencilerine göre daha aklı başında olmalılar. En azından bizim okulun öğrencileri kadar kontrolsüz görünmüyorlar. Çalışanlar sürekli değişik insan ve kültürler ile temastalar. İmkanları da daha iyi. En hoş tarafı da entelektüel ortamı. Gezen, okuyan, izleyen insanlar. Bana bu iş çok çekici geldi doğrusu…Hadi hayırlısı…
Iranlı delikanlı Ismayıl, Geleneksel kıyafetleri içerisinde Sudanlı Sumaia, bendeniz ve Sevgili Hocam Susana.

Sumaia hızlıca sunuşunu bitirip Hac için bize hoşçakal derken Dima ''ŞİŞA'' (nargile)sini getirmiş sunuş yapmaya hazırlanıyor.
İstek üzerine kahveyi sınıfta pişirirken.

Canım Hocam Susana bana Sertifikamı verirken.
İşte sunuşum başlıyor.

Friday, 11 November 2011

YÜREKLİ İNSANLAR

YÜREKLİ İNSANLAR

Bugün 11/11 Çinde yalnızlar günüymüş. Yani 1’lerin sopa gibi yalnız görünmesi nedeni ile bugüne bu anlam verilmiş. Komik geldi.
Bir insan niye yalnız olur. Yalnız kalır. Esas önemli olan yalnızlığın seçimden mi, sonuçtan mı kaynaklandığı.
Yalnızlar günü Sabahında  gazetelerde gördüğüm iki fotoğraf ile irkildim. Bu iki kare fotoğraf üzerine kendi hayatımı gözden geçirdim.
İlk kare  içindeki insan sevgisini, yardımseverliği sakin ve kararlı bakışları ile örten, ilk bakışta bile  iceberg derinliğinde, gösterişsiz kişiliğe sahip olduğu izlenimi veren bir uzak doğulunun Van’daki depremzedelere çadırlarında Kurban bayramında et dağıtırken çekilmiş.  Ardından haberi okuyunca irkildim.  Fotograftaki bu uzak doğulu  Van’daki son depremde yıkılan otelin altında kalan Atsushi Miyazaki imiş. Herkes okumuştur. Uluslarası yardım kuruluşunda çalışan 41 yaşındaki doktor. İlk yurtdışı göreviymiş.  Yaptığı kurtarma ve tıbbi müdahalerin yanında bir de kurban bayramının anlamını öğrenip, etkilenmiş ve  300kg.lık dana satın alarak kestirip yoksullara dağıtmış. Zaten görüp irkildiğim bu fotograf da etlerin dağıtımı sırasında çekilmiş.http://www.hurriyet.com.tr/gundem/19222765.asp
İkinci fotoğraf da Angelina Jolie ve Brad Pitt çiftinin maile, çoluk çocuk Brad Pitt’in filminin galası için Japonya’ya giderken havaalanında çekilmiş. Bilindiği üzere çiftin 6 çocuğu var. İkisi ikiz olmak üzere üçü öz, üç de dünyanın değişik yerlerinde, en kötü koşullarda bulunup farklı ırklardan evlat edinilmiş çocuklar. Resmin kutsal boyutu ise toplamda 6 çocuktan 4’ünü kucaklayabilecek kapasiteleri olduğu için burada öz, evlat edinilmiş ayrımı yapmadan yüzlerde kendinden son derece emin ancak bir o kadar da sevgi dolu bakışlar ile taşımaları.
Her iki fotograf da insan sevgisinin din, dil, ırk, renk,millet, cinsiyet  gözetmeksizin nasıl yapılabildiğinin çok farklı açılardan iki örneği.  Bu fedakarlık  ve humanizmin üzerine çok yazılıp, konuşulabilir. Ancak bunlar hep bilinen, konuşulan başlıklar. Bu resimlerde beni düşünmeye iten ise bambaşka bir bakış açısı. Bu resimde  ‘’ istedikleri ve bilinçli olarak seçtikleri hayatı yaşayan insanlar gördüm’’. Ve yaşadıkları hayat bana çok anlamlı geldi.
Hangimiz ,istediğimiz veya  seçtiğimiz hayatı yaşıyoruz ki?
Neden?
Sorumluklarımız, maddi koşullarımız başta olmak üzere  hep bir mazeretimiz vardır. Sonsuz humanizm için; çocuklar büyüsün, maddi koşullarımız iyileşsin, biraz kariyer yapayım, dur bir emekli olayımı bekleyerek hayallerimizi hep öteleriz. Bu insanlar, kariyer, para pul, gelecek demeden hayallerini gerçekleştirebilen insanlar. Hayatlarını istedikleri şekilde  yön verebilen kararlı insanlar. Bu nedenle onlara sonsuz saygı duydum.
Belki diyebilirsiniz ki, Anjelina Jolie’de para çok. Evet ama annelik ilginçtir ve içgüdüseldir denir. Bazen inanmadığınız,saçma şeyleri söylerken bulabilirsiniz kendinizi.  İnanmadığınız halde kolaylıkla öz – üvey ayrımı yapabilirsiniz. Ayrıca içinde bulunduğu kanlı kariyer dünyasında bir çocuk bile yapıp bakmak zor gelirken bu nasıl bir özveridir böyle.
Angelina’nın resmi beni kendimle ilgili 17 yıl öncesine götürdü. Kaan doğmadan önce köpeğimiz Pinky ile 5 yıldır mutlu ve mesut yaşıyorduk. Hatta aynı yatakta da yatıyorduk. Bizim ailenin bir parçası olmuştu. Aynen çocuğumuz gibi idi. Hamilelik süresince de bizimle idi. Herkes aman dikkat diyordu ama biz aldırmıyorduk. Ne zaman Kaan doğdu her şey değişti. Aniden benim gözüm onu iç görmemeye başladı. Aslında, Pinky  Kaan’a hiç yaklaşmıyordu. Şöyle bir manzara geliyor gözümün önüne. Ben Kaan ile odasındayken, odanın kapısında durur, bulunduğu odaya bile girmeden kapıda havlamadan, gürültü yapmadan ben de buradayım der gibi sesler çıkartırdı. Ben de dönüp bakar ‘’tamam Pinky hadi bekle orada’’ derdim. Alıp sevmek, ilgilenmek resmen bıçak gibi kesilmişti. Şimdi düşününce nasıl vicdan azabı çekiyorum.
 Benim merhametli annem bir yıl ona kendi evinde baktı. İnançlı bir Müslüman olarak da aslında evde köpek olmasından rahatsızdı. Ama Pinky’ye çok acıyordu. Merhamet duyguları inancının önüne geçmişti.
 Bir yıl sonra Kaan biraz toparlanmıştı. Karşılaştıklarında Pinky hala Kaan’a yaklaşmıyordu. Kaan ise 1 yaşında bir bebek olarak onunla oynamak istiyordu. Oturduğu yerden onu kucağına almak için kuyruğunu çekiyordu, bu kaçıyordu.  Bu kaçıyor Kaan arkasından yakalamak için koşturuyordu. En sonunda bir gün nasıl olduysa Kaan bunun bıyıklarını yakaladı ve kendine doğru çekmeye çalıştı. Bu da can acısıyla Kaan’ı yanağından ısırdı. Olan oldu. Pinky’nin aslında hiç suçu yoktu. Tabiki minik Kaan’ın da. Neyse ki ısırma fazla derin değildi. Bu son damla oldu ve biz onu hemen bir Pet Shop’a verdik bir daha da hiç sormadık. Duyanlar çok şaşırdı. Çünkü anlattığımız gibi çocuğumuz gibi idi. Pet Shop’a verdiğimizi de utanç içinde söyleyemedik bile.
Angelina Jolie ‘ye baktığımda kendimdeki sığlığı gördüm. Kendisinin çocukları evlat edindikleri çocuklardan küçük, yani önce evlat ediniyor , sonra doğuruyor. Ayrıca, bildiğim kadarı ile kendi doğumları arasında da evlat edinmeye devam ediyor. Bir insan nasıl bu kadar geniş gönüllü olabilir dedim.  Yıllar içerisinde gelişmiş olabilirim ama onların seviyesinde olmak…
Diğer taraftan bu hafta Müslümanlar için kutsal bir hafta idi. Dinin amacı insanları korumak ve doğru yola sevketmektir diye düşünüyorum. Özünde koşulsuz sevgi ve paylaşım olan bu kutsal günlerde hem bizden ve hem de birbirinden bile farklı dinlere mensup iki insanın tüm insanlığa örnek gösterilecek  davranışları demek ki  belli bir din ile açıklanamaz. Peki nedir bu?   Bu kelimenin tam anlamı ile ‘‘YÜREKTİR’’. Ve maalesef  herkese nasip olmuyor.